Granitler...
Granitler... Yosun bağlamış granitler... Kurşuni renklerin boğduğu soğuk, yosunlu yüzeyler...
Orada, herhangi bir yere ve herhangi bir şeye tutunma imkânı olmadan yürüme zorunda kalıyorum. Kim beni bu zorunluluk altında bırakıyor?
Şimdilik bunu düşünmeyi aklıma getirmiyorum.
O anda düşünülecek tek şey, akıl yorulacak, akla takılı kalacak tek şey, bu zorunlu durumun altından nasıl kalkılabileceğidir.
Kayan, kaypak taşların keskin yüzeyine nasıl tutunabilirim, tutunabilir miyim?
Her şeye rağmen bir yere el atmak gerekiyor. Bir yere elimi değdirmeliyim. Bir yere tutunmalıyım.
Elimi atıyorum. Orada bir şey var: tutunmam gereken bir el.. ele benzeyen bir çelik parçası ya da et...
Elimi atıyorum ve el orada kıpırdanıyor...
İkinci bir hamleyi deniyorum. Can havliyle...
Tam tutmak üzereyim ve el kara bir ışık halinde elimin altından kayıyor.
Yakalama imkânım ortadan kalkmışken el, orada, canlı bir cankurtaran halinde yeniden beliriyor...
Onu tutmak üzere yeniden bir hamle yapıyorum. Açıkçası hamle yapan ben değilim, elim –artık benim olduğundan kuşkulanmaya başladığım elim- benim istemimden bağımsız olarak hamle yapıyor ve orada kendine davetiye çıkartmış olan saydam ve yok haline gelmiş olan ele uzanıyor...
Granitlerin yüzü sert ve soğuk. Yosunlar kaygan ve soğuk...
Birden ayağımın altındaki boşluğun bir uçurum olabileceği düşüncesi yüreğimin tam da orta yerine bir mızrak gibi saplanıyor.
Bundan sonra artık aşağıya bakamam. Bundan sonra ayağıma bakamam. Bundan sonra artık ben hiçbir yere bakamam.
Kapalı odalar. Gizli odalar.
Gizli odaların giriş yeri yoktur. Kapalı odaların çıkışı yoktur. Oralara yalnızca girilir. Oralardan yalnızca çıkılır. Ve oralarda yalnızca Bach dinlenir. Johann Sebastian Bach... Bir oratoryo mudur? Bach bir ses midir?
Ayağımın altından kayan granit yosunları üzerindeki el -o kara şey- her seferinde bir adım öteye kaçıyor ve saydam ve olmayan bir cisim halinde elimin altından kayıp gidiyor. Ben altı cihetin buluştuğu noktanın sonsuzluğuna doğru uzanırken ayaklarım yosun üzerinde kaymaya devam ediyor. Mekânın ve zamanın olmadığı o kör odaya, olmayan evrensel odaya doğru sürükleniyorum: altı cihetin buluştuğu noktaya...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.