Bal ormanları ve bir çılgın Türk
“Nefse uyup rah-ı Hak’dan taşra çıkmak yol mudur,
Kibr u ucb ile adın dervişe takmak yol mudur,
Matlubun a’la iken ednaya bakmak yol mudur,
Yar-ı Baki var iken ağyare bakmak yol mudur.”
/Aziz Mahmut Hüdayi
•
1.
Fakülte yıllarımızda “Zirai İşletme” dersimize gelen merhum hocamız Prof.Dr. Fethi Açıl bey kırsaldan gelen nüfusun şehrin damızlığı olduğunu söylerdi. Hocamıza göre, şehir nüfusu zamanla dejenere olur; kırsaldan gelen nüfusla yenilenir, tazelenir ve gençleşirdi. Tıpkı yaşlı Avrupa nüfusunun gelişmekte olan ülkelerden gelen nüfusla yenilendikleri, tazelendikleri ve gençleştikleri gibi. Bu bakımdan, hocamıza göre, akla gelen veya gelmeyen kimi olumsuzlukları olsa da şehirdeki kokuşmuşluğun önlenmesi için kırsaldan nüfusun gelmesi şarttı.
Kırsaldan gelen nüfusun şehir nüfusuna dinamizm ve gençlik getirdiği gibi; büyük şehirlerin hayı huyundan, gürültüsünden ve patırtısından kurtulup da Anadolu şehirlerinde ve onların kırsalında birkaç gün geçirirsek, bizler de ruhi ve zihni yönden tazelenmiş ve dinamizm kazanmış olmaz mıyız, ne dersiniz?
•
2.
Mart ayının başında, Tarım Bakanlığı’nın Antalya’da düzenlediği proje değerlendirme toplantılarına katıldım. Anadolu’nun değişik yörelerinden gelen kadınlı erkekli gencecik araştırmacılarımızın büyük emeklerle hazırlayıp heyecanla sundukları projeleri dinlerken gönlüm taşra çıktı ve 1977-1980 yılları arasında TÜBİTAK tarafından desteklenen “ceviz seleksiyon çalışması” sırasında kamyonla, minibüsle, posta arabasıyla, tankerle ve yeri geldikçe yaya olarak 40.000 km yol kateddiğim Harşit, Kelkit ve Karasu vadilerinde dolaştı. Ve gencecik araştırıcıları çoğu zaman nemli gözlerle dinledim. Onlara verilecek imkanlar artırıldıkça neler neler yapabileceklerini düşündüm ve ülkemin geleceğine olan güvenim tazelendi.
Ve Mart’ın ikinci haftasında Van-Bitlis-Adilcevaz gezisi. Van’da “İnsan Kimdir ve Ne İçindir” konferansı ve arkasından üç saate yakın çok geniş katılımlı bir sohbet. Ve Adilcevaz Belediye Başkanı Adnan Göksoy’un çalışmaları insanın içini ısıtan şeyler.
Adilcevaz’dan bahis açılır da söz cevize ve ceviz reçeline gelmez mi? Türkiye’de ilk kez ceviz şenliğini yapan yöremiz Adilcevaz’dır. 1989 yılında, YYÜ Ziraat Fakültesi Dekanı olduğum sırada, Fakültemiz ile Adilcevaz Kaymakamı Muhsin Çatmadım beyin işbirliği sonucu gerçekleştirilen bu şenlikler hem Adilcevaz’ı, cevizini ve ceviz reçelini ülke gündemine taşımış; hem de yıllar sonra da olsa, YYÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümünün çalışmaları sonucu selekte edilen ve tescil edilmek üzere olan Adilcevaz-1 ceviz çeşidini ülkemize kazandırmıştır.
•
3.
Mart ayının bahar bereketi devam etmektedir. Nitekim 19 Mart’ta Bolu İzzet Baysal Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu’nda öğrencilerin, bürokratların ve yetiştiricilerin katıldığı “Ceviz Yetiştiriciliğinde Bolu’nun geleceği” başlıklı konferansımı verdim. Sorulu cevaplı iki saat süren konferans sırasında inanın bir kez daha tazelendim ve gençleştim.
Mart’ın son haftasında Denizli, Aydın ve Uşak’ta Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu anma çerçevesinde yapılan toplantılarda Anadolu insanıyla bir kez daha hem hal olduk ve bu vesile ile gönüllerimiz arasında var olan köprüleri bir kez daha muhkem hale getirdik; geleceğe olan güvenimizi bir kat daha artırdık.
Her şeye rağmen Anadolu vardı ve olabildiğince diriydi.
•
4.
Nisan ayında bu kez yolumuz köhnemiş Avrupa’ya düştü.
Endülüs’teydik...
İnsanlığa insanlık getiren ruhtan, dedelerimizin sekiz asır kaldıkları Endülüs’te göze batan sekiz eser yoktu. Köhnemiş Avrupa’nın medeniyetten bi behre ve kelimenin tam anlamıyla barbar insanları yakmışlar, yıkmışlar ve sekiz asır süren muhteşem Endülüs Medeniyetinden geriye sekiz eser dahi bırakmamışlardı. Evet teknolojiye sahipler, fakat medeniyetten oldum olası uzaklardı. Anadolu insanının tabiriyle, okumuşlar, fakat adam olamamışlardı. Aksi halde insan, teknolojisinin temellerini borçlu olduğu muhteşem bir Endülüs medeniyetine böylesine düşman olabilir miydi?
Endülüs’ün başkenti İşbiliyye’de (Sevilla) namaz kılacak mescid bulamadık. Bir apartman dairesinin zemin katında bulunan mescid, ne yazık ki açık değildi ve iki milyon olduğu söylenen İspanya’daki müslüman nüfusun varlığı hiç hissedilmiyordu. İster istemez ülkemin insanını düşündüm. Eğer İşbiliyye’de ülkemin insanından yüz aile olsa o mescidi gün boyu açık tutarlardı diye aklımdan geçirdim.
Yanılıyor muyum; ne dersiniz?
•
5.
Nisan’ın üçüncü haftası Trabzon ve Gümüşhane’deydik. Uzungöl’ü temaşa eyledik, Zigana’nın soğuğu ciğerlere işleyen tertemiz havasıyla soluklandık. Bu kez Gümüşhane’de “Cevizin Gümüşhane’deki Geleceğini” konuştuk. Ceviz Gümüşhane için çok önemliydi. Çünkü köme (köftür/ceviz sucuğu) ve pestil için en önemli ham madde cevizdi. Ve Gümüşhane’de cevize sevdalı bir Vali Enver Salihoğlu; Trabzon Orman Bölge Müdürlüğü’nde ise (Trabzon, Rize, Gümüşhane ve Bayburt) cevize sevdalı bir Bölge Müdürü Dr. Ahmet İpek vardı. Dr. Ahmet İpek açık alanları tekrar ağaca kavuştururken tercihini mümkün olduğunca (ekoloji elverdiğince) cevizden yana kullanıyor ve bu arada bölgesini bal ormanlarıyla donatıyordu. Evet ormana bal ağaçları dikerseniz, bal ormanları oluştururdunuz. Dr. Ahmet İpek ve ekibinin bu yılki hedefleri 260.000 bal ağacı dikmekti. Sanırım bunu da gerçekleştirmişlerdi.
Bal ağacı da ne ola ki mi diyorsunuz?
Akasya desem ne dersiniz?
Botanik adı yalancı akasya da olsa, benim halkım onu akasya olarak biliyorsa, ben de öyle söylerim.
Elbet kestane ağacı bir başka bal kaynağı. Hem de en şifalısından.
Dr. Ahmet İpek ve arkadaşları ona da el atmış durumdalar. Sanırım bundan böyle Karadeniz kıyı şeridindeki ormanlarımızda kestanenin geleceği daha iyi olacak.
Ormanlarda ekonomik önemi olan meyve ağaçlarının kullanılmasına “Tarımsal Ormancılık/agroforest” deniyor ve son yıllarda bu konuda ülkemizde oldukça gayretli çalışmalar var. Bu da sanırım ormancılarla ziraatçıları birbirlerine daha yakın, daha sıcak, daha dost hale getirecek. Nitekim Trabzon Orman Bölge Müdürü Dr. Ahmet İpek’in hemen yanında Ziraat Mühendisi Akın Al’ı görmek beni öylesine mutlu etti ki tarif edemem. Evet Akın Al bir ziraatçı ve usta bir arıcı olarak 23 yıldır Orman Bölge Müdürlüğü’nde çalışıyor. Nerede bir boşluk görse oraya bir meyve ağacının (cevizin, kestanenin, kızılcığın ve akasyanın) dikilmesi sevdasını taşıyor.
Bir cümleyle de olsa, Uzun Göl’ün çok yukarılarında ekolojik turizm işletmeciliği yapan, kendi ifadesiyle Çılgın Türk Hacı Şükrü Fettahoğlu’ndan bahsetmeliyim. Eğer yolunuz Uzun Göl’e düşerse, gölün solundaki yolu takip edin ve mutlaka zirvelere çıkıp Hacı Fettahoğlu’nun ekolojik otel işletmesini görün...
Anadolu gerçekten güzel...
•
6.
Gittiğim bir yerde mutlaka oranın bir yer altı büyüğünü ziyaret etmek isterim. Bu kez de yolumuz Haçkalı yaylasında Haçkalı Baba’ya (Mustafa Tarhan’a) uğradı. Bizi O güzel insana, o yeraltı büyüğüne Ziraat Mühendisleri İhsan Güner ve Sacit Bostan götürdü. Oldum olası yeraltı büyüklerinin yattığı yerlerdeki saltanatlarına hep imrenmişimdir. Bu kez de öyle oldu. Kırsalın ortasında şehirlerin gürültüsünden olabildiğince uzak o güzel insanın yattığı yere imrenmemek mümkün mü?
Sonra Boztepe’de yatan Ahi Evren Dede ve Onun varlığını Trabzon’lulara duyuran Hacı Hakkı Baba. Birlikte ne güzel de yatıyorlar.
Ve Trabzon’a gidip de Boztepe’de yatan Ali Şükrü beye bir fatiha okumadan dönülür mü? 36 yaşında TBMM’nin çatısı altında şehit edilen bu güzel insana Allah’tan(cc) bol bol rahmetler diledim.
Tarih yeni baştan yazıldığı gün, elindeki içki kadehiyle kimileri acaba hangi samanlığa saklanacak merak ediyorum doğrusu. Elbet saklanacak samanlık bulabilirlerse...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.