Sol yanımız niçin ağrır?
Asıl soru şudur: Deniz Gezmiş ve arkadaşları "Devrimci şiddet"e karşı mıydı, değil miydi? Devrimi zor kullanarak doğurtmayı uygun görmüşlerse, kime karşı, hangi ölçüde ve niçin şiddet kullanmışlardı?
Kantinde, bahçede, amfide eylem yapmaktan, forum düzenlemekten bahsetmiyoruz; devrimci şiddet düşkünlerinin, kendileri gibi düşünmeyenler üzerinde öngörüleri nelerdi; onlarla aynı okulu, aynı mahalleyi, aynı sokağı paylaşmaya rıza gösteriyorlar mıydı meselâ?
Adam öldürmemiş üç gencin, nâhak yere idamına üzülmek anlaşılır ve insânî bir tepkidir fakat, bu tepkinin içine devrimci şiddeti meşrulaştıran, güzel ve şirin gösteren, "Her eve lâzım" cinsinden yararlı bir mutfak gereci gibi sunan bir edebiyat, bizzat köpürtücüleri tarafından sorgulanmalıdır.
O devrimci şiddet ki, devrim yerine kendi antitezini, yani devrimci olmayan şiddete ebelik etmekten başka bir işe yaramadı; sağ şiddeti, solcu devrimci şiddet doğurdu. Sağcıların şiddete başvurmak gibi bir stratejisi yoktu, niçin olsundu ki; sandıktan hep galip çıkıyorlardı, hâlâ galip çıkıyorlar. Sağın devrim ütopyası da yoktu, o yüzden şiddete kendilerini korumak için tevessül ettiler ve bir zaman sonra şiddetin kaynağını sorgulamayacak derecede çılgın bir kapışmanın içinde buldular kendilerini. Bu gerçek, dönemin solcularını çılgına çeviriyor, çünkü şiddeti tek yanlı olarak eylemci solun benimsemiş ve başlatmış olması, onları tarih karşısında açığa düşürüyor, çirkin ve gülünç gösteriyor.
Evet gülünç. 60'lı yıllarda esmeye başlayan ılımlı, hümanist sol meltemler 70'lerde devrimci şiddet rüzgârına dönüştü ve 12 Eylül'den önceki günlerde bir "Melhame-i kübrâ"ya dönüşen karşılıklı boğazlaşma, beş cuntacı generalin eğitim düdüğü ile aniden kesiliverdi. Derin bir sessizlik! -Sol jargonla- Türkiye'nin proleteryası silaha sarılıp, sokaklarda, mevzilerde, barikatlarda ve fabrikalarda, komprador işbirlikçi burjuvaziye ve faşizme karşı devrimi savunmaya kalkışmadı, Türkiye köylü sınıfı yabasını, tırpanını kavrayıp nasırlı elleriyle kırsalda ağalığı, feodaliteyi yıkmak için dağa çıkmayı aklından bile geçirmedi; bunlar sadece okumuş ama saf çocukların fantezisinden ibaretti.
Türkiye'de devrimci şiddete güvenen sol 12 Eylül 1980 tarihinde yenildi, hezimete uğradı; Komitacı geleneğin derin devleti tarafından kullanıldıklarını, sağ eylemcilerle birlikte Mamak işkencehanelerinde fark edebildiler. Dünyanın en ücra yerindeki sınıf gerilimlerini sayfalar dolusu tahlile güç yetiren Devrimci şiddetin geveze ideologları, 12 Eylül'ün analizini hâlâ yapabilmiş değildir; beceriksizlikten değil, büyük ihtimâlle utançtan...
Şiddete tapınan solcu takımının, Türkiye'ye büyük fenalığı dokunmuştur; çünkü Türkiye'nin gerçeklerine saygılı, adam gibi bir solun, barışçı solun ve en mühimi vicdânî solun gelişmesini şiddeti devrimin anahtarı zanneden solcular engelledi. Sol yanımız muzdariptir efendiler; bir kanadı kırık kuşlar gibiyiz. Düşününüz, CHP'nin kendini sol parti gibi gösterebildiği bir siyasi yelpazemiz var. Artık dikkat bile etmiyoruz ama bakınız BDP bile kendini sol parti zannediyor. Eğer bunlar gülünç değilse nedir gülünç?
Deniz ve arkadaşları, evet, idamı hak edecek bir şey yapmamışlardı ama birer Gandhi, Thoreau filan da değillerdi, bilakis THKO denilen "profesyonel devrimci" şiddet örgütünün kurucuları arasındaydılar. Devrimi asla göremediler, bugün saçları ağarmış yaşdaşları da görebilmiş değiller. Eğer devrimden sayarlarsa, devrimi bugün, burun kıvırdıkları AK Parti yapıyor; dünün radikal İslamcıları, bugünün zoraki demokratları, Türkiye'nin statükosunu, evet, çatır çatır değiştiriyorlar.
Çatırtı seslerini daha net duyabilmek için alıcınızı Meclis'te grubu bulunan sözüm ona "sol" partilerin grup toplantılarına yönlendirmelisiniz!