İnönü'den Atatürk'e
Erdoğan CHP’yi, Hitler’e benzettiği İnönü ve Aziz Nesin’in “Ey Türk faşisti” yazısı üzerinden hırpalamaya ve Baykal da “Eğer İnönü Hitler idiyse Atatürk ne?” sorusuyla bu salvoları savuşturmaya çalışadursunlar...
Bu tartışmaların ucu ister istemez ve kaçınılmaz bir şekilde, birilerinin “Ebedî Şef” saydığı adrese uzanıyor. Erdoğan işin o tarafına girmekten uzak dursa da, CHP’nin mukabil reaksiyonları, işi kendiliğinden o tarafa doğru kaydırıyor.
İnönü ailesi, tepkisini İsmet Paşanın meşhur “Hadi canım sen de” söyleminden öteye taşımazken, kimi CHP’liler Erdoğan’a “İnönü’ye yüklenmek kolay, sıkıysa Atatürk’ü eleştir de görelim” diye meydan okuyorlar. Onur Öymen de Dersim’le ilgili talihsiz çıkışına gelen yoğun tepkileri Atatürk’e sığınarak göğüslememiş miydi?
Böylece, Erdoğan’ın öyle bir niyeti olmasa ve tam tersine AKP lideri Atatürkçülük bayrağını CHP’nin elinden alma ısrarından vazgeçmese dahi, M. Kemal de tartışma zeminine çekiliyor.
Ama orası mayınlı bir alan. Çünkü Atatürk’ü Koruma Kanunu var. Öyle olunca, o konuda özgür bir şekilde tartışabilmek mümkün değil.
Bu durum adaylık sürecinde Türkiye’nin kendisine has tuhaf gerçeklerini daha yakından görüp tesbit etme imkânı bulan AB’nin de dikkatini çekmiş olmalı ki, müteaddit raporlarında bu kanunun ifade özgürlüğü önündeki engellerden birini oluşturduğu, altı çizilerek vurgulandı.
Ama iktidarıyla, muhalefetiyle siyasetin gündeminde, çağdaş demokratik dünyada benzeri olmayan bu garabeti sona erdirip, kişiyi kanunla koruma ayıbını kaldırmak gibi bir konu yok.
Tıpkı kişi adıyla tanımlanan, ama hukukta da, bilimde de, medenî dünyada da başka bir eşi ve benzeri bulunmayan milliyetçilik anlayışı gibi...
Bu konudaki garipliklerden biri, açılım ve demokratikleşme bahisleri açıldığında mangalda kül bırakmayanların, Atatürk milliyetçiliği kavramı karşısında sergiledikleri derin suskunluk.
Bu sessizliğin anlamı ne? Böyle bir kavramın anayasa gibi temel bir belgede, hem de değiştirilemez maddeler içinde yer almasını normal mi karşılıyorlar? Yoksa bu konuda görüş beyan etmeyi mâlûm sebeplerle sakıncalı mı görüyorlar?
Ya da, “Şimdi bu konuyu tartışmaya açmanın zamanı değil, hele öbür meseleleri halledelim, sonra buna da sıra gelir” diye mi düşünüyorlar?
Hangisi geçerli olursa olsun, demokrasi söylemlerinin inandırıcılık ve samimiyetine gölge düşüren son derece problemli bir yaklaşım bu.
Çünkü diğer alanlarda atılmak istenen demokratikleşme adımları da, Atatürk milliyetçiliğine dokundurmayan ve Atatürkçülük dışında hiçbir faaliyetin müsamaha görmeyeceğinde ısrarlı olan tekelci ve dayatmacı sisteme takılıyor.
Neyse ki, yavaş ve hafiften de olsa bu durumun değişme yoluna girdiğini gösteren işaretler belirmeye başladı. Bunların bazı örneklerini 13 Nisan’da çıkan “Atatürk milliyetçiliği: the end” başlıklı yazımızda vermiştik. Son bir örneği, milliyetçi entelektüel camianın önde gelen isimlerinden Mustafa Çalık’ın ifadelerinde gördük.
“Atatürk milliyetçiliği” tabirine Türk milliyetçiliği adına karşı çıktığını aktardığımız Yılmaz Öztuna’nın eleştirisini daha ileri bir noktaya taşıyarak “Atatürk milliyetçiliği safsatadır” diyen Çalık, referans olarak “Atatürk’ün ahirete göçtüğü gün yürürlükte olan anayasa”yı gösteriyor ve “O anayasanın hiçbir yerinde Atatürk ilke ve inkılâpları ibaresi, Atatürkçülük lâfzı, Atatürk milliyetçiliği yoktur” diyor (Zaman, 30.4.2010).
“Kişi kültüne dayalı hukuk olmaz” ifadesiyle, meselenin son derece önemli bir boyutunu daha vurgulayan Çalık, yıllar önce de MHP’yi, 18 Nisan 1999 seçimi sonrasında DSP ile koalisyon ortağı olduğu günlerde “Türk milliyetçiliğini Atatürk milliyetçiliğine dönüştürmeyin, yani Kemalizme teslim olmayın” diyerek ikaz etmişti.
Ama MHP bu ikaza kulak vermedi. Ve bedelini 2002 seçiminde Meclis dışı kalarak ödedi...