Partalcı
Sene 60'lı yılların sonu; yer, Beyazıt meydanı, mevsimlerden bahar veya güz. Öğrenci kavgalarının ayyuka çıktığı zamanlar.
Hukuk Fakültesinde okuyan solcu öğrencilere gözdağı vermek üzere, İstanbul'un uzak köşelerinden kopup gelerek kavgaya giren sağ tandanslı öğrenci topluluğu, -ki biz bu yazıda artık onlardan kısaca "Komandolar" diye söz edeceğiz-görevi (!) yerine getirdikten sonra, manga komutanlarının "Arkadaşlar, buraya gelin ve toplanın." direktifiyle ellerindeki iskemle bacağı, zincir, muşta türünden "tartışma" araçlarını parkalarının koynuna gizleyerek liderlerinin işaret ettiği yerde toplanıyorlar.
Lider, bayrak direğinin yanında, diğer öğrencilerin bulunduğu yerden şöyle bir metre kadar yüksekte duruyor, arkadaşları toparlanınca, sert bir asker sesiyle haykırıyor,
-Rahattt!
Onbeş-yirmi kişi civarındaki Komando gençler hemen askeri nizamda sıraya geçerek gerilmiş yay gibi, ellerini bellerinde birleştirip ayaklarını yere vurarak rahat durumuna geçiyorlar, ardından liderin tabanca gibi sesi koca meydanda patlıyor yeniden,
-Hazz-rooolll!
Gençlerin gözü liderlerinde, bu defa zemberek gibi hazırol durumuna geçiyorlar. Lider, yapılanları beğenmemişçesine yüzünü buruşturup yeniden emir veriyor,
-Rahatt!
-Hazrolll!
Etraftan seyre duranlar var; seyredildiklerini farkeden gençler hafiften gururlanıyorlar. Manga komutanı aşka gelmiş lüzumsuz yere komutları tekrarlayıp durmakta. Hani ayıp olmayacağını bilse, "Sağa dön, yanaşık düzende avcı koluna geç, sıçramalarla kütüphane ardına gizlenmiş düşman piyadelerine hücuma geçiyoruz." filan diyecek neredeyse...
Gururlu komando mangası komutanının hemen ardındaki bayrak direğinin dibinde o ana kadar farkedilmeyen berduş kılıklı bir adam olup biteni hayranlıkla seyretmekte. Belli ki nerde akşam orda sabah vezniyle İstanbul sokaklarını mekân tutmuş bir hâne-berdûş... Mütereddid birkaç adım atarak "komutan"a yaklaşıyor, omuzuna saygıyla dokunuyor,
-Abi... abi be...
Bizimki sert bir baş hareketiyle dönüyor, "Ne var, ne istiyorsun?"
Berduşta saç sakal birbirine karışmış; kokusu nerdeyse Çemberlitaş'tan duyulucak kertede pis...
-Abi, diyor, "Kurbanın olurum senin, n'oolur; Allah rızası için, şurdan iki komut da ben vereyim be!"
Manga komutanımız, tamamen Kadirist bir refleksle sokak serserisine haşin bir tokat çekmek üzereyken etraftaki seyirci topluluğunu farkedip elini indiriyor. Kalabalıktan çoğu seyrettiği sahnedeki gırgırı farketmiş beklemekte...
-Abi, ölümü öp... Abiciğim, Allah ne muradın varsa versin, bir kere komut vereyim be, n'olur abim benim, kırma bu kardeşini!
Ne yapsın komutan? Aşağı tükürse de rezalet, yukarı tükürse de... Askerlerinin gözlerine bakıyor; onlar da bakışlarıyla, "N'olacak iki komuttan be başkan; veriversin garipçik, korkma biz bozuntuya vermeyiz durumu." mesajı veriyorlar.
-İyi bari diyor, fazla uzatma ama...
Sokak serserisi, yetkiyi bir anlığa olsun eline geçirince kaplan gibi dikiliyor, sesine en erkeksi ve sert tonları katarak haykırıyor,
-Rahayyt! Haz'roolll...
Alkış, kahkaha, gırgır, kıyamet...
Bizimkiler bu küçücük sahte askercilik oyununu daha fazla sürdürmenin yeri olmadığını anlıyorlar, onlar da gülüyor; çaktırmadan kalabalığa karışıp kayboluyorlar. Toplum polisi de oraya doğru yaklaşmakta zaten...
*
Şimdi diyeceksiniz , "Bu hadiseyi niçin anlattın ey yazar?"
Anlatayım!
***
Sene 2003. Japonya'nın Tokyo Üniversite-si'nde bir Türk genci doktora imtihanına giriyor fakat geçenlerde yaptığı tezin % 40 itibarla aşırma olduğu ortaya çıkınca ortalık karışıyor. Tokyo Üniversitesi doktora tezini iptal ediyor ve üniversite ile ilişiğini kesiyor. Rektör Junichi Hamada, "Şok içindeyiz. Bu inanılmaz bir durum. 130 yıllık tarihimizde hiçbir doktora tezini iptal etmedik, kimseyi görevden atmadık." diyor.
Kısa bir araştırma yapınca NASA'nın astronot takımına bile katıldığı öne sürülen bu Türk gencinin bir hayli numara çevirdiğini öğreniveriyoruz (İnternet yıkılıyor yahu; siz hâlâ duymadınız mı?)
Abimiz kısaca, kabiliyetli, çalışkan, gayretli fakat biraz olduğundan farklı görünmeye çalışan bir Türk genci. Sadece bizim basını ve resmi mercileri değil, bazı Japonları bile kandırmayı başarmış.
İşte sabıka kaydından bazı örnekler:
"Astronotum, olimpiyat şampiyonuyum, yazarım." demiş, "Türkiye'nin ilk resmi astronot adayı olarak Ulaştırma Bakanlığı tarafından NASA'ya gönderildim; 2 yıl astronotluk eğitimi aldım." demiş ama belge ve fotoğrafı sahte çıkmış. "Beni NASA'ya Türk Hava Kuvvetleri Komutanı tavsiye etti.??... Türk Milli Kayak Takımı'nda yer aldım, Olimpiyat madalyası kazandım, Illinois Üniversitesi ve İTÜ mezunuyum." demiş ama hiçbirinin aslı astarı yok. "2003 Spacean Uzay Konferansı'nda bildiri sundum." demiş, katılımcı bile değilmiş halbuki; ardından, Japon Uzay Fiziği Departmanı Başkanıyım." diye hava atmış halbuki öyle bir birim yokmuş...
Vesaire vesaire...
***
Abimizin Japonyalarda, NASA'larda yapmaya çalıştığı şeyin bu yazının başında anlattığım hikayedeki hane-berduş vatandaşımızla bir farkı yok, ikisi de,
-Abi kurbanın olayım, ne olur bi komut da ben vereyim; hayatta bir kere olsun, özlediğim, imrendiğim bir şey yapabileyim, fotoşop hilesi olsa bile, diyerek bir anlığına olsun olduklarından başka türlü görünmek isteyen garibanlar.
İnsan gülemiyor bile; buruk bir tebessüm, sonra insanın içinde bir yerlerde giderek koyulaşan, kahve telvesi gibi tortulaşan bir acılık...