Adaletsiz ortamda adalet talebi ne işe yarar!
Adalet talebi her şeyin üstünde yer alıyor, her şeye baskın geliyor. Adalet hissimizi tatmin etmeyen bir yargı, içimizi kemiren bir ukde olarak orada onmaz bir yara halinde kalıyor. Dahası işleyip gelişiyor, içimizi buruyor, burkuyor, yarayı derinleştiriyor.
Her defasında ortaya çıkan bir evrensel gerçeklik var: bedelsiz hiçbir şey olmuyor. Yerine getirilmemiş bir adalet, başka hiçbir şeye benzemiyor; başka hiçbir şey onun kadar insanın içine işlemiyor.
Mahkemeler niçin kurulur dersiniz? Adaleti yerine getirmek için değil mi? Eğer adaletsizliği bizzat bu mahkemeler ika ediyorsa insan hangi taşa başını çalsın?
O idam gecesinde döşüme saplanan yumruk orada hâlâ sıkılı olarak durmaya devam ediyor.
O mahkemenin ceberut yargıcı, o yargıcın odun taşıyıcısı savcı, "sanıklar" karşısında adalet arayıcısı olarak değil, fakat sanıkların düşmanı, hasmı olarak yer aldıklarını her fırsatta göstermekten geri durmadılar. Sanıkları sorgulama yerine onlarla tartışmaya girdiler. Hakikatin ortaya çıkmasına yardım etme yerine, onları mahkûm etmenin yollarını aradılar, zora düştükleri her defasında hırçınlaşıp sanıklara saldırmaya kalkıştılar. Ve sonunda emellerine nail oldular. Üç vatan evladını ipe göndermeyi başardılar!
Şimdi ülke, o karanlık günleri aşmak istiyor. Ne ki, o günün ceberutları, o günün kurulu düzen savunucuları halen aynı misyonu elli yıl sonra bugün de ifa etme çabasını göstermekten geri durmuyor.
Bu yüzden, Türkiye bir sistemden yeni bir sisteme geçme teşebbüsü üzerinde bulunma yerine, bir dünyadan bir başka dünyaya geçme hamlesini gerçekleştirmeye gayret etmelidir, diyoruz.
Kurulu düzenin onarımı, onun en dibinde yatan adaletsizliği izale etmeye güç yetiremeyeceği için, tabandaki adaletsizlik devam edip gidecektir. Bu, palyatif tedbirlerle üstesinden gelinebilecek bir iş değildir.
Son elli yıldan bu yana gerçekleştirilen haince darbeler, ancak kurulu düzenin çarpık adaletini veya daha doğrudan ifadeyle onun adaletsiz çarpıklığını sürdürmeye yaramıştır.
Bu yüzden yaraların kabuk tutmasına asla göz yumulmamış, onlar sürekli kaşınmış, sürekli tekrar ve tekrar kanatılmaya çalışılmıştır.
İşte bu yüzden diyoruz ki, mesele aynı dizgenin iyileştirilmesi değil; onu kökten değiştirme, onu kendi dünyasından çıkartıp yeni bir dünya meydana getirme noktasında temerküz ediyor.
İşte bu yüzden Allah'ın uyarısını sürekli aklımızda tutmamız gerekiyor:
"1. Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur./2. Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler." (Kuran: el-Mümtehine –Diyanet meali-)
Bu uyarı gözden kaçırıldığı her defasında hüsran çukurlarına düşülüp durulmuştur. Müminin bir özelliği onun feraseti ve basireti ile kaimken, bu özellik işlemez hale gelmişse, demek ki, müminin var olduğundan şüphe etmemiz gereken bir ortam söz konusudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.