Serdar Demirel

Serdar Demirel

Evet, “Türkiye halkları”

Evet, “Türkiye halkları”

Geçen Çarşamba günü bir okurun elektronik iletisini yayımladık bu köşede. 13.06.2010 tarihinde “Bundan sonra ne olacak” başlıklı yazımızda kullandığımız “Türkiye halkları” ibâresine itirazlar vardı. Sayın okur, “Türkiye halkları” ifademizi İslâm dışı bulmuştu.
O iletiyi ciddiye aldık, çünkü ırkçılığı tel’in eden, Batı’dan devşirilmiş ideolojik ırkçılığın bölücü gücünün farkında olan bir Müslüman’a aitti. Bugün de, biz kendi inandıklarımızı yazdık, gerisini de siz okurlarımızın muhakemesine bıraktık.
Türkiye, bir ırkı değil, bir coğrafyayı anlatır. Türkiye halkları da, o coğrafyada yaşayan Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü vb. kader birliği etmiş halkları işaretler. Bütün ırklarda olduğu gibi Türkiye halkları da, dil ve ırk farklılıklarıyla her biri Allah’ın bir âyetini temsil eder. Bizim inanç dünyamızda, bunlardan birini reddetmek, Allah’ın bir âyetini reddetmek anlamına gelir.
Bir Müslüman olarak benim referans kaynağım, her şeyden önce vahiydir. Kur’an’a göre inananların has kimliği Müslümanlıktır, Müslümanlık anlamı yüklenmiş Türklük değil. Müslümanlık Türklüğe şâmildir, ama Türklük Müslümanlığa tamamen şâmil olamaz. Bunda ısrarcı olmak, diğer Müslüman halkları itmektedir.
Türk olmaktan gocunmadığım gibi, Kürt ve Arap olmaktan da gocunmam. Böyle bir şeyin, en hafifiyle günah olduğunu bilirim...
Malezya’da Malay kimliği ile Müslümanlık kimliği eşdeğer kabul edilir. Malay demek, Müslüman demektir. Nüfusunun yüzde 33’ünü oluşturan Çinlilerle yüzde 11’ini oluşturan Hint kökenli Tamiller, İslâmlaşmayı Malaylaşmak olarak algıladıklarından, Malaylaşmaya ve dolayısıyla İslâmlaşmaya soğuk bakmaktalar.
Araplarda da “Urûbe/Araplık” önemli ölçüde İslâm’la özdeşleşmiş bir kavramdır. Dünya halklarının algısında Araplığın İslâm’la ilişkisi, Türklüğün İslâm’la ilişkisinden daha kuvvetlidir. Hz. Peygamber’in (s.a.v) Arap olması, Kur’an’ın Arap toplumuna inmesi, İslâm’ın kutsal metinlerinin Arapça özelliği, İslâm ilim ve irfan dilinin Arapça olarak gelişmesi, kutsal mekânların Arap coğrafyasında bulunması bu algıyı besleyen unsurlardır. Bizde de Arap denince, evvelemirde İslâm akla gelmez mi?
Bir Müslüman ırkın kimliğinin İslâm’la özdeşleşmesi, o halk için koruyucu bir zırha dönüşmektedir, bunun farkındayım. Lâkin, başka ırkların İslâm’a mesafe almasına da sebep olabilmektedir. Hâlbuki, İslâm Arap toplumunun şahsında insanlığa nâzil olduğu hâlde, Araplıkla özdeşleşmemiştir, özdeşleşmemelidir. Zira bu, İslâm’ın evrenselliğine zarar verir.
İslâm’a inananlar topluca Müslüman olmakla şereflenmişler ve bu kimliğin önüne etnik aidiyetlerini geçirmemişlerdir. Etnik kimlikleriyle Müslümanlığı ifade etmek için olsa bile. Müslümanlık hem üst, hem de has kimliktir, ırklar ise sadece birer alt kimlik. Her birinin yeri farklıdır.
Kur’ân’a baktığınızda bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Kur’an’da üç temel kimlik vurgusu vardır. Bunlar; üst kimlik, alt kimlik ve hâs kimliktir. Hucurât Sûresi bu kimlikleri bakın nasıl anlatır:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, en çok takva sahibi olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât: 49/13)
Bu âyetin hitabının bütün beşer cinsi olduğu, hitaptaki “Ey insanlar”ın bu evrende yaşayan tüm beşer cinsinin “ortak üst kimlik”ini anlattığı âşikârdır. Bütün kavimleri kuşatan, hiçbirini dışarıda bırakmayan bir vurguyla...
Bu üst kimliğin altında ise “tanışmak ve bilişmek” hikmetine mebnî “alt kimlikler” zikredilmiştir; Arap, Acem, Türk, Kürt vs..
Yukarıdaki âyetin kapsamında, zikri geçen üçüncü kimlik ise; “hâs kimlik”tir. Verili olan üst ve alt kimliklerden farklı olarak insanın hür iradesi ve emeğinin neticesi olarak elde ettiği bu has kimlik, ancak inanç ve takvayla mümkündür. Üstünlük de kuşkusuz takvayladır.
Bu âyeti celilenin ışığında meseleye bakarsak, sizce de “Türkiye halkları” ibâresi daha kucaklayıcı değil midir? Bize göre, İslâm’ın has kimliği, bir alt kimliğin tekeline verilmemeli, bu zeminde bir yarışa müsaade edilmemelidir.
Farklı coğrafyalardan gelip yerel halklarla karışarak Anadolu’yu yurt edinen farklı kavimler asırlarca barış ve huzur içinde bir arada yaşayabilmişlerse eğer, bunu, İslâm’ın yukarıda anlatılan kucaklayıcı ve kaynaştırıcı evrensel karakterine borçludurlar. Özetle mesele bizim penceremizden böyle gözükmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi