Mesleksizler ve dilsizler ordusu!..
Altı-yedi yıl öncesine kadar, yabancı ülkelerin giriş kapılarında, koridorlarında “ikinci sınıf” adam muamelesi görürdük...
Bizi bırakın; zamanın DSP’li Devlet Bakanı Masum Türker’i resmi temaslar için gittiği ABD kapısında bir kenara çekip, yüzünü duvara dönmesini istemişler...
Arka taraftan elle arama yapmış; çoraplarına kadar çıkarttırmışlar...
Üzerinde herhangi bir zararlı cisim taşımadığından iyice emin olduktan sonra “buyur” etmişlerdi!..
Bugün ise...
Yolu bir şekilde yurtdışına düşen görüyor ki; sıradan T.C. vatandaşının bile kıymeti var.
Bu akşam, kısmetse Başbakan’la birlikte Bosna-Hersek’te olacağız...
Srebrenica katliamının 15. yıldönümü vesilesiyle düzenlenecek anma törenlerine katıldıktan sonra, Sırbistan’a geçeceğiz...
On beş sene evvel kardeşlerimizi katleden Sırplar, bugün yaptıkları ölümcül hatanın faturasını ödüyor.
Adamlar; uyguladıkları vahşetin cezalarından sadece biri olarak; donanmalarını bile kaybetmiş durumda.
Sırbistan’ın tek çıkış yolu AB üyeliği; O’nun için de, AB’ye elli sene sonra bile girip giremeyeceği belirsiz olan Türkiye’ye muhtaç.
Türkiye, Boşnak-Hırvat ve Sırplar arasındaki arabuluculuk görevini başarıyla yerine getirdiği takdirde, Sırpların AB’ye girme ihtimali çok artacak.
Kendi problemlerimizi çözemiyoruz ama cümle alem problemlerini çözmemiz için bize bel bağlamış durumda.
¥
İran için tek çıkış noktası Türkiye, Suriye ve İsrail için de öyle.
Uzatmak istemiyorum; neresinden bakarsanız bakın Türkiye önemi her geçen gün artan, her denklemin içinde mutlaka yer almak durumunda olan bir ülke.
Dünyadaki herhangi bir kritik meselenin Türkiye’siz çözüme kavuşması çok zor.
Halin bu olması, bizlere, sizlere de bazı mecburiyetler yüklüyor...
Şu söylenebilir ki; “Hiçbir ülkenin içine kapanarak ayakta kalamayacağı” gerçeği bireyler için de geçerli.
“İşsizlik” değil de “mesleksiz” probleminin ağırlığı altında ezilen ülkenin “içe dönük” vatandaşları olarak...
Ve dahi;
Okulları, eğitim sistemi, daha doğrusu sistemsizliği berbat, rezil bir ülkenin vatandaşları olarak; başımızın çaresine bakmak durumundayız.
Sadece Türkçe’yi, o da yarım yamalak bilerek, gittikçe küçülen dünyanın şartlarına uyum sağlayamayız...
İşi salt Türkçe ile idare etmeye çalışan vatandaşın hali; Afrika’da yaşayıp da Kisvahili dilinden başkasını bilmeyeninkine benzer.
Diyelim ki bir gazetecisiniz ve sadece Kisvahili dilini biliyorsunuz.
Ya da “hekimsiniz”, ya da “bürokrat” filan...
Sadece Kisvahili dili ile dünyayı anlamaya çalışıyorsunuz!..
İnternetten bilgi indirmek gerektiğinde, Kisvahili diliyle yazılanlarla yetinmek durumunda kalıyorsunuz...
Gittikçe küçülen dünyadan ve gittikçe büyüyen rekabetten alabileceğiniz pay ne olabilir ki?..
Ne kadar öğrenebilir, kendinizi nereye kadar geliştirebilirsiniz?..
Başka dünyalardan meslektaşlarınızla Kisvahili diliyle mi anlaşacaksınız?..
¥
Türkiye son yıllarda çok değişti; Merhum Özal döneminden beri fasılalarla devam eden bu değişim, “Anadolu evladı”nı da belli noktalara taşıdı.
Bugün fevkalade hatırı sayılır pozisyonlarda çok sayıda “Anadolu evladı” var...
Bunlar makamı gördüler, mekânı gördüler, parayı gördüler, hayattan kendi usullerinde kâm aldılar.
Şimdilerde...
Bir adım daha ötesine gitmenin, “dünya vatandaşı” olmanın bir “yabancı dil”; tercihen de “İngilizce” - “Arapça” öğrenmekten geçtiğini fark etmiş durumdalar...
Bu arkadaşlar, hem zaman darlığı ve yoğunluktan dolayı kendi çaplarında bir şeyler yapmaya çalışsalar da genellikle başarılı olamıyorlar.
Bu işler her yaşta olur elbet; ancak en iyisi zamanında yapılandır.
Başa evlilik, çoluk, çocuk, makam, koltuk gelmeden “eğitim” işlerini halledenler, ileriki dönemlerde rahat ediyorlar.
Bu durumdakiler fevkalade azınlıkta...
Ve maalesef; pek çok üst düzey yönetici, pek çok yazar, “Kisvahili” diliyle yetinmek durumunda kalan Kenyalı pozisyonunda.
¥
İşi başından aşkın olanlar için yapacak ne var bilmiyorum; lâkin henüz lise ve üniversite çağında olanlar veya bu işe ciddi vakit, enerji ayırabilecekler için bir şeyler yapılabilir...
Geçtiğimiz günlerde, İngiltere’deki bir dil okuluyla “internet üzerinden” eğitim için birtakım görüşmeler yürüttüğümüzü belirtmiştim.
Bakalım; buradan bir sonuç çıkarsa, Türkiye’nin belli merkezlerinde, durumu olmayan seçkin gençler için; ücretsiz, çalışana garantili yapılanmalar oluşturmak gibi bir düşüncemiz var.
Arapça öğrenimine de, “Büyükelçiliklerle ortak” çalışmayla ve bizim oluşturacağımız mekânlarda katkılarda bulunmaya çalışacağız.
KEÇİÖREN DİL ÖĞRETİYOR!..
Bizler, bir grup fedakâr arkadaşla birlikte bu işe elimizden geleni yapacağız...
Bu arada Belediyelerimizin de çalışmaları çok önemli.
Geçtiğimiz Günlerde Keçiören Belediye Başkanı Mustafa Ak ile birlikteydik.
Kendisinden, Belediye tarafından yürütülen Arapça, İngilizce, Osmanlıca ve Almanca “dil kursları” hakkında bilgi aldık.
Belediye yönetimi, Eğitim ve Kültür Müdürlüğü’ne gelen başvuru çerçevesinde hangi diller için kurs vereceğini kararlaştırıyor...
Keçiören’in 12 merkezinde verilen bu kurslara, yoğun talepten dolayı “Boşnakça” da eklenecek...
Bölgede “dil” öğrenimine yoğun ilgi olduğunu belirten Ak, “Öğrenci arzulu olursa, bu işi burada bitirebilir” diyor.
Önümüzdeki yıla bakalım, kurs bitiminde “arzulu” olanlardan kaçı işi bitirmiş olacak...
HEP BERABER
Merkezi idare “eğitim” bakımından çökmüş durumda.
Yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin bu işe “hararetle” el atmasında büyük fayda var.
Biz bir yandan merkezler oluşturmak, diğer yandan yerel yönetimleri ve STK’ları teşvik etmek suretiyle bu büyük “eksikliğin” bir nebze olsun giderilmesine katkıda bulunmak istiyoruz.
Çabamıza şu veya bu şekilde katkı sağlamak isteyen lütfen bize ulaşsın ya da kendi bölgesinde kendince çalışmalar yürütsün.
Kaç gencimizi “dilsizlikten” kurtarabilirsek, o kadarı kâr!..