Kurtulmuş’la akacak bir tarih tasavvuru
Evrenin fotoğrafını çektiklerini iddia ettiler. Yatık duran bir yumurta gibi. Yumurtanın tam orta kısmını ufuk çizgisi gibi enlemesine kesen hattın bazı yerlerde birbirine geçen, bazı yerlerde ise tamamen ayrılan bölgelerinde kırmızı ile mavi rengin ve tonlarının ağırlığı hemen göze çarpıyor.
Tıpkı NATO ve Batılı orduların harp tatbikatlarında mavinin “dost”, kırmızının “düşman” olarak tasvir edilmesi gibi. Yine insanlık tarihinin hak ve batıl, ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülenler tarihi olduğu gerçeği gibi.
O fotoğrafta evrenin dışındaki siyahlık ise dikkatleri evrenden daha çok çekiyor. Evreni çevreleyen o siyah insan merakının hiçbir suretle durmayacağının en temel işareti. Bugün tahayyül edilen evreni BBG evi haline getirseler bile evrenin de sınırlı olduğu ve onun dışında neler bulunduğu konusunda her şey devam edecek. Yani tarih durmayacak.
Fukuyama, 1989’da Doğu Bloku’nun çökmesiyle birlikte Tarihin Sonu’nu ilan etmişti. Ona göre artık sanat faaliyetlerine, şiire, edebiyata bile gerek yoktu. Çünkü her şey tamam olmuş, bütün ideolojiler anlamsızlaşmış, Amerikan liberalizmi kemale ermiş ve tarihin sonunda “son insan”, “üstün insan” vücuda gelmişti. Bu, onlar açısından bir meydan okuma, onların dışındakiler içinse umutsuzluktu.
Her şeye bir sınır ve çerçeve çizme, tanımlama ve kategorize etme, ölçme ve deneme, belirli öngörülürlülük parametreleri ışığında hipotezler kurma ve önceden kurulmuş hipotezleri yapılan yeni çalışmalarla destekleme vs… Artık çok iyi bildiğimiz son derece bayağı Batılı zeka oyunları…
Ancak bunca savaşlar ve çetin mücadeleler sonucu hayat herkese gösterdi ki bütün bu ince hesaplamaların, öngörülerin, etki-tepki klişelerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yok. İstisna diye geçiştirilen ve ancak bir kuraldışılık ölçütünde anlam verilip, ana kuralın kutsandığı doğrusal, sıkıcı ve öngörücü tektipçiliğin biricik yaşam kıstası kabul edildiği “sistem”, insan öznesi tarafından her defasında tarumar edilebiliyor.
Şu an Türkiye’de halkın karşısına konulan ve belirli güç dengeleri çerçevesinde hayatiyet bulan siyasi projelerin en baskın özelliği, önceden çalışılmış hareketler muvacehesinde ezberlenmiş/ezberletilmiş klişeler olmasıdır. İşbu klişenin dışına çıkmanın başlı başına macera sayıldığı, tehlikeli ve marjinal görüldüğü bir ortamda yaşıyoruz. Ve fakat insan bir kez daha durmadı, Pazar günü Ankara Ulus’taki kapalı spor salonunda “nesnel gerçekliklerin” tümüne isyan etti.
***
Pazar günü Saadet Partisi Olağanüstü Kongresi’nde ülkedeki bu ağır, tekdüze, sıkıcı ve bildik atmosferin dışında, belki de artık unutulmuş bir siyaset biçimi kendini bir kez daha fark ettirdi.
Kongrede gösterilen Milli Görüş Belgeseli ve bu belgesele kitlenin teveccühü, bir dünya görüşü ve bir yeryüzü tasavvurunun halen Türk siyasetinde karşılık bulduğunun en somut ilanıydı. Kongre, insanın dünyadaki serüveninin ve varoluş kaygısının devam edeceği, dünyanın ve Türkiye’nin maruz kaldığı siyasi hegemonyanın kırılmasına dönük ümidin sahici ve sürdürülebilir bir siyaset tarzı olduğunun tespiti ve bayraklaşmasıydı.
Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, Sait Halim Paşa, Eşref Edip, Mehmet Akif, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Ali Fuat Başgil ve Necip Fazıl isimlerini ardı ardına zikrettikten sonra, bu silsilenin taşıdığı anlam dünyasını “tarz-ı siyasetimiz” diyerek tanımlayan SP lideri Numan Kurtulmuş, “değişmeden yenilenmeyi başarmalıyız” dedi. Siyasi ve ideolojik köklerini buralara kuran ve bunu açıkça ilan edip savunan Kurtulmuş, belgeselde işlenen temaya uygun olarak, antiemperyalist ve antikapitalist bir dünya görüşünü hiç lafı dolaştırmadan berrak biçimde ortaya koydu.
Türkiye’de oldukça tanıdık birileri ise Kurtulmuş’un saydığı bu isimleri bir yük gibi görüp, bu yüklerden kurtuldukça ferahlayacağını ve büyüyeceğini düşünürken, ya da bunları ancak kendi çağlarındaki karşıtlarıyla birlikte anarak apolitik iğdişliği yeni nesillere hayasızca aşılarken, Kurtulmuş’un miladın 2010’unda bu isimleri telaffuz etmesi, bu mesajı fark etmesi gerekenler açısından çok, hem de çok şey ifade etti.
Mesela Necip Fazıl’ı sadece Nazım Hikmet’le kurulan hoşgörücü ucuz bir terkip içinde anabilen (böylece aslında her iki isme de hakaret eden), giderek İslam’ı bile ancak diğer dinler paralelinde ve onlarla arka arkaya zikredebilen son devir siyasileri, en masum tahlille artık bıkkınlık vermişlerdi.
Tarihin bu evresinde dahi bir müstakil siyaset ve özgün bir ideolojik formasyon ortaya konabileceği, Kurtulmuş tarafından gösterilebildi. Üstelik bütün bunları yaparken, sadece mazlumlar bahsinde İslamcılar dışında isimler sayarak (Erdal Eren gibi), himaye kabul eden değil, bilakis artık mahallemizde unutulmaya yüz tutmuş hamiyetperverliği göstermiş oldu. Verdiği bu mesajlar, kongre salonunda yaşanan gereksiz tartışmalar ve gerilimleri ise gölgede bırakacak ve değersizleştirecektir.
Her türlü kompleksten berî, onun bunun yedeğindeki her türlü goygoyculuktan uzak bir siyasi parti genel başkan profili çizdiğin için, biz de seni selamlıyoruz Numan Kurtulmuş.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.