MHP!..
Türkiye siyaseti genelde kaba çizgiler dışında pek fikri derinliği olmayan, program-proje değişikliklerinden ziyade slogan değişikliklerine bağlı gel-git dalgalanmaları üzerinde yürür, şekillenir. Giyilen gömleğin markası, siperde kimin çömelip kimin dik durduğu, rakibe ön ismiyle hitap türü kürsü muhabbetleri, miting meydanında halat fırlatma gösterisi vb.
Bu açıdan bakıldığında MHP söylemindeki sığlığın yadırganacak yanı yok elbette. Televizyon kanallarında dakikalarca konuşup hiçbir şey anlatmamayı başaran sözcüler, meydanlarda kalabalıkları heyecanlandıracak aksesuvar destekli kelime duraklarına dayalı konuşmalar..
Çok değil iki yıl önce bugünkünden hayli farklı bir MHP vardı. Sağduyusunu her zaman takdir ettiğim, DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde partisinin seçim yenilgisini göze alarak Türkiye’yi içine sürüklendiği kaostan kurtaran kapıyı açmış MHP, Devlet Bahçeli’nin liderliğinde sokaktan çekilmiş, e-muhtıra darbe girişimi sırasında demokrasi konusundaki duyarlı tavrıyla en kararlı muhaliflerinin dahi sempatisini kazanmış, ‘367 vak’sı’ ve cumhurbaşkanı seçiminde siyasi duruşuyla samimiyet testinden geçmişti.
Açılım, demokratikleşme, Kürt meselesi. Ak Parti hükümetinin bu soruna el uzatmasıyla sinir düğümlerine basılmış oldu MHP’nin. Oysa perşembenin geleceği çarşambadan belliydi. Öcalan’ın ‘uluslararası teslimat’la Türkiye’ye getirildiği gün basılmıştı düğmeye. Ve çözmesi için siyasetin-devletin önüne konulmuştu Kürt sorunu. Bütün liderler, özellikle de Devlet Bahçeli hiç şüphesiz farkındaydı bu durumun. Nitekim çözüm yolunda ilk adım olarak, Öcalan hakkında mahkemenin verdiği idam cezasının infazı gündeme geldiğinde süreci askıya alan hükümet bildirisinin altında onun da imzası vardı.
Söz konusu kararın son derece doğru olduğunu, Bahçeli’nin üstlendiği büyük siyasi riskin sadece tarih şuuruyla açıklanabileceğini, partisi içinde maruz kaldığı eleştirilerin milliyetçilik düşüncesiyle telifinin mümkün olmadığını o dönemde yazdım. Hâlâ da aynı kanaati taşıyorum. Kürt meselesiyle alakalı yazılarımı okuyanların az-çok bildiği düşüncelerimi iki sene önce MHP Genel Merkezi’ndeki bir konferansta anlatıp, büyük ölçüde benimsendiğini gördüğümde bunu ‘Bahçeli farkı’ olarak değerlendirdiğimi de.
Ama açılım süreci, Anayasa değişikliği meselesi gündeme geldiğinde sanki o MHP gitti, yerine bambaşka bir MHP geldi. Ak Parti’nin hazırladığı Anayasa değişiklik paketi siyaseten iktidarı köşeye sıkıştırabilecek MHP’ye yönelişi hızlandıracak fırsattı. MHP, temelde hiçbir maddesine karşı olmadığı değişiklik paketine karşı çıkmayıp kendi tabanının beklentileri doğrultusunda başörtüsü ve katsayı meselesini kökünden çözecek bir düzenleme yapıldığı takdirde girişime destek vereceğini açıklamış olsa, ‘değişim şampiyonluğunu’ kimseyle paylaşmak istemeyen Ak Parti bunu reddedemez, demokratikleşmenin önü MHP’yle referandumsuz aşılmış, MHP ana muhalefet CHP’den farklı bir yol izlemiş olurdu. Aynı şekilde MHP, Kürt meselesinde hükümetin kafasının karışık olduğunu görüp kendi çözüm önerilerini gündeme taşısa, bugün ‘istemezük’ diye özetlenebilecek tavrın ötesinde toplumun ilgisini celbederdi.
MHP’nin neden bu çizgiye sürüklendiği sorusunun cevabına gelince; bunda ağırlıklı olarak 2011 Temmuz’unda yapılacak seçime ve seçim sonrası mutasavver CHP-MHP koalisyonuna dönük, yerel seçim sürecinde ilk işaretlerini gördüğümüz siyasi hesapların rol oynadığını düşünüyorum. Tabii referandumun MHP’ye bu hesabın ne kadar gerçekçi olduğunu göstereceğini de. Ve yanı sıra son birbuçuk yılda gözlenen siyasi yalpalamaya Bahçeli’nin çevresinin sorgulayan, tartışan, proje üreten kişiler yerine ki MHP yönetiminde bu vasıfta insanların var olduğunu biliyorum- kadim slogancı söyleme bağlı, öneri getirmek
yerine lideri alkışlamaya ve bu yolla parti içi rekabette ön almaya eğilimli kişilerce
kuşatılmış olmasının yol açtığını da.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.