Doktorun mu, vatandaşın mı değeri yüksek?
Hale 16 yıldır hükümet tabipliği yapmakta olan eski bir tıp öğrencim. Teselli bulmak için aradı.
Dün, bir vatandaş, hastasının acil olduğunu, hemen muayene edilmesi gerektiğini gayet kaba tavırlarla söyleyerek, sıradakilerden de izin istemeden kapıya dayanmış. Gerçekten acil olabileceği endişesi ile hasta ve sahibini, sıra almamış da olsa muayene odasına almış ve “Buyurun oturun! Sorununuz nedir?” diye sormuş.
Ancak kişi, derhal sert bir tavırla:
“Ben vatandaşım; siz bana emredemezsiniz. Ben hep serbest çalıştım. ‘Oturur musunuz?’ diye rica edeceksiniz. Derdim de şu: Doktorun biri pire ilacı yazdı. Evi ilaçladık. Ama yeğenlerim zehirlendi. Bak bakalım doğru yazmış mı?. Bu ne biçim ilaçmış öyle?. İyi anla, o doktora da, firmaya da dava açacağım. Seni ve yazını da delil olarak göstereceğim. Doktor, kendine dikkat et. Bu iş burada kalmayacak. Sen dahi burada çalışamayacaksın. Seni de mahkemelerde süründüreceğim” demiş. Doktor da:
“Eh, siz bilirsiniz; zaten bir can borcum kaldı” diyerek hastaları muayene etmiş; göz yaşarmasından başka sorun görmemiş. Yine de ‘Zehir Danışma Merkezi’nden ekstra bilgi almış; vatandaşları rahatlatmış. Hayati sorun olmayan vatandaş yatışmış, sırasını aldığı hastalardan özür dileyip uzaklaşmış.
Benzer olaylar yıllar geçtikçe, demokratik haklar arttıkça vatandaşın hesap sorma şiddeti de artmış. Buna alışkın olmayan hekim, zor durumlarda kalır olmuş. Hekim yumuşadıkça, vatandaş sertleşir olmuş.
Haklı kim, haksız kim? Ortalama çözüm bazen sorun olmuş. Üst düzey amir ve idarecisinden anlayış veya yardım alamayan hekimin iki tarafa da kırgınlığı artmış. Hele de son yıllarda hareket alanı Sağlık Bakanlığı’nca giderek daraltılan hekimler hayli gerginleşmiş. Giderek değersizleştirildiğine inanır olmuş. “Kim daha değerli; vatandaş mı, doktor mu?” sorgulaması başlamış.
Yazımıza konu olan doktorumuz yakinen tanıdığım; iki delikanlı annesi dul, taştan ekmeğini çıkarabilecek, atom karınca misali bir öğrencim. Ama o artık daha fazla değersizleştirilmeye dayanamayacağını ve biyoloji öğretmeni olmaya karar verdiğini söylüyor. Biyoloji öğretmenliğini de fazlası ile hakedeceğine inanıyorum. Ama yazık; biz onu biyoloji öğretmeni olsun diye değil, daha zor ama daha kutsal bir iş, yani doğrudan insan sağlığı, insanın bedeni, ruhu ve kalbi ile ilgilensin diye yetiştirmiş idik. Bilgi birikimi ve tecrübesi ile o sağlık ocağının en başarılı hekimi idi. Ayrıca insan psikolojisini, bu vakada da görüldüğü üzere hızlı kavrayan ve hızlı çözüm üreten, çalışkan ve fedakâr bir doktorumuz.
Merak ediyorum şimdi hücrelere, yapraklara, çiçeklere rengini veren plazmosidlere, nasıl bir dil kullanacak, ne verecek? İnanıyorum ki o bundan böyle hücrelere, moleküllere ve bilhassa öğrencilere; ruhundan, özünden çok şey verecek. Değersizleştirilmediği sürece burada başarılı olacak. Ama kırgın, bezgin.
Kim daha değerli? Doktor mu, öğretmen mi, vatandaş mı? Herkes, yerine göre herkes değerli. Ya edepsizler, ya giderek şımaran veya şımartılan vatandaş takımı?
Kim kaybetti? Sağlık üst yetkilileri, hekimler ve özellikle vatandaş kaybetti. Böyle giderse; hastasını hemen mahallesinde tedavi eden, hastane ve uzman yetkilileri arayıp, acil hastaları en doğru adrese göndermek için ambulans ve araç ayarlamak için ter dökecek bir doktorları belki olamayacak, belki öyle bir doktor ellerine geçmeyecek.
Anlaşılan o ki, insan ve hasta hakları hususunda ülkemizde de hayli mesafe katedilmiş. Taş atan çocukların külliyen ve sülalecek affedilmesi gibi. Şimdi atmak ve attırmak serbest. Bakan ve devlet adamı dövmek serbest. Yedi bin lirayı vermeyi göze alan, Sayın Ahmet Türk’e, Sayın Bakan Taner Yıldız’a, sayın doktor hanıma gitsin yumruğu atsın veya attırsın. Bizim vatandaş, bizim muhalefet, bizim insan hakları, bizim demokrasi anlayışı böyle bir şey.
Sakın yanlış anlaşılmasın; elbette daha çok demokrasi olsun; daha çok konuşan Türkiye olsun. Lütfen şımarık, ukalâ, ajitatif tipler türemesin, türetilmesin.
Özellikle muhalefetimizin, hükümetimizin, özellikle sağlık bakanımızın ve iyiden iyiye siyasallaşmış tabip odalarımızın anlayamadığı, ayar edemediği nokta bu: Doktor mu, vatandaş mı, demokrasi mi, hak ve özgürlükler mi daha değerli?
Elbette hepsi de değerli. Ama bir sınır ve ölçü olmalı. Peki bunun okkasını devlet mi, tabip odaları mı belirleyecek? Hepsi.. Ama özellikle vatandaş belirleyecek. Çünkü devletten de, doktordan da hizmeti bire bir alan merci vatandaş. Hizmet deyince hedef vatandaş ve onun değeri anlaşılıyor. Geçmişte ezilmiş olabiliriz, ama vatandaş olarak şimdi biz mal bulmuş mağribi gibi hekimimize, bakanımıza saldırmayalım.
İktisatçılar, borsalar ne derse desin; piyasaları alıcının belirlediği gibi hekimin değerini önce ilgili amiri, sonra da vatandaş belirler.. Hep en doğrusunu mu belirler? Hayır, elbette bazen de yanlış yapar. Şimdilerde olduğu gibi sık sık gaza getirilip itiş kakış yaparlar, bu arada söz konusu sağlık ocağı hekimi doktor hanımımız gibi atom karıncalar ezilir, incitilir, sakata, erken tekavüte çıkartılır.
Tam gün yasası ve üniversite öğretim üyelerine gelince: Bravo vallahi; bidayette İttihat Terakki Partisi marifeti ile elde ettikleri muayenehane haklarını, öncekinin devamı niteliğindeki bir parti ve yargı marifeti ile, egale ettiler. Hükümeti ve özellikle Sayın Sağlık Bakanı’nı jüristokrasiye dövdürdüler. Sayın Başbakan, vatandaşına verdiği sözü tutamamış olmanın üzüntüsü içinde, kırgın. İllâki millet mutlu olsun diyen, milletin Tayyip abisi mutsuz. Sayın Sağlık Bakanımız kendisine ta baştan savaş açmış tabip odaları ve jüristokrasi karşısında perişan ve öfkeli.
Tabip odaları ise 2-3 haftada bir üyeleri (ki hemen hepimiz üyeyiz; yoksa yurt dışına çıkış yapamayız) hekimleri habire hükümete ve Sağlık Bakanlığı’na karşı mitinge yani cenge çağırmakta. Nitekim dün, yine İstanbul’da, hem Anadolu hem de Rumeli yakasında, “... doktor değeri bilmez bakana karşı sloganı ile” çifte cenge davet edildik. Ben katılmadım. Çünkü tabip odalarının hak arayıcı değil; mevcut iktidara karşı yıkıcı bir siyaset yürüttüklerine inanıyorum. Hiçbir icraatı takdir ettiklerini görmedim. Ayrıca işim de, hastam da çok. Onlar nasıl bu kadar bol zaman bulabiliyor, şaşıyorum doğrusu. Tekel işçilerinin mitinglerine bile zaman ayırabiliyorlar. Hiç mi hastaları yok bu meslektaşlarımın, bilemiyorum.
Bu kadar tepki niye? Yeni sağlık yasaları külliyen yanlış mı? Hastanelerimizi nicelik ve nitelik açısından iyileştirmiş, ilaçları bu denli ucuzlatmış, genel sağlık sigortası çıkartmış, hastalara her türlü sağlık hizmetini ulaştırmış bir siyasetin neresi yanlış? Bence değil. Belki değişimin devrim niteliğinde olması, örneğin 80 yıldır süregelen muayene hakkının iptal edilmesi ve bazı resmî hekim arkadaşların gelir düzeyinin aşağıya çekilmesi, özel hastanelerdeki kadroların kısıtlanması gibi daha çok hastaları rahatlatan, yine bazı hekimlerin bir cebinin yanması.. Devrimler hep birilerini incitir. İşin doğası böyle.
Bu devrimsel yasalar iktidara oy getirir mi? Muhtemelen getirmez. Çünkü bunu yapan hükümet yasaların tamamında garip ama çok ciddi bir muhalefetle karşılaştı. Elan hastaların dahi kafaları karıştı, daha doğrusu hizmetlere yönelik ağır eleştiriler yapılarak karıştırıldı. Ama iyi sorgulayınca genelde vatandaş memnun. Çünkü hastası bakılıyor, ilacı veriliyor, stenti takılıyor; hem de bilaücret. Hem de bekletilmeden.
Bence hükümetin ve Sağlık Bakanı’nın göremediği, hekimlerin artık iyice kabullenilmiş haklarının üzerine gidilirken kendilerine bir şey sorulmamış, muhatab kabul edilmemiş veya iyi dinlenilmemiş veya ikna edilmemiş olmaları. Daha önemlisi, vatandaşa hizmetin esas ve mutlak görülmesi. Hekimler de “Ya peki biz vatandaş değil miyiz?” diye haykırırken ipin ucu yanlış ellere geçmesin sakın.
Ama bu millet çok haksızlık gördü, çok ezildi, çok itildi. Ben hükümete, yine de vatandaşıma güveniyorum. Vicdanlara güveniyorum. Su aktıkça mecraını bulacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.