Alarm
İnegöl ve Dörtyol’da meydana gelen müessif olaylar hepimiz için bir alarmdır. Bu olaylar, bir süredir ülkede tutuşmuş bulunan etnik gerilim ateşinin, maalesef, gitgide daha da yayılmakta olduğunu ve neredeyse bir iç savaş boyutuna ulaşma potansiyeli taşıdığını gösteriyor.
Şu acı bir gerçek ki, günbegün Türklerle Kürtler arasında birlikte yaşamanın zemini ciddi ölçüde tahribata uğruyor. Türklerle Kürtler arasındaki ayrışma derinleşerek düşmanlığa dönüşüyor. Bu gelişmenin, “terörle savaş”ın yol açtığı iki taraflı insan kayıplarından bile daha vahim sonuçlar doğurmaya aday olduğunda şüphe yok.
Çünkü, Allah korusun, Kürtlerle Türkler arasında bir iç savaşın patlak vermesinin, düşünmek bile istemeyeceğimiz boyutlarda maliyeti olur ve bu bütün Türkiye’yi yakar.
Biliyorum, bu olaylarda “provokatörler”in rolüne çok sıkça atıfta bulunuluyor. Kimileri bu çatışmaları bir siyasi partiyle bağlantılı milliyetçi unsurların, kimileri de 12 Eylül referandumunu sabote etmek isteyen “Ergenekoncular”ın kütleleri bilinçli olarak kışkırtma ve manipüle etme çabalarına bağlıyorlar.
Evet, bu iddialarda doğruluk payı olabilir. Gerçekten de, özellikle “milliyetçi” hassasiyetlerin yönlendirdiği MHP tabanının Kürtleri ülkenin “Türk bölgeleri”nde veya Türklerle yan yana konumda görmek istemiyor olmasının çatışmaları ateşleyen bir etken olduğu açıktır.
Ama daha da ürkütücü olan, bu hissiyatın MHP’lilere özgü olmaması ve başta “ulusalcılar” olmak üzere daha geniş, “modernleşmiş” bir Türk kesiminin de Kürtlerin varlığından rahatsız olmasıdır. Bu ikinci kesimin politik olarak daha çok CHP’ye yakın olduğu da belli.
Öte yandan, Ergenekon sempatizanlığıyla da maruf olan aynı ulusalcı kesim 12 Eylül’de yapılacak anayasa değişikliği referandumunu sabote etmek amacıyla ülkeyi bir kargaşaya, hatta bir “kardeş kavgası”na sürüklemek istiyor olabilirler.
Eğer durum gerçekten de böyleyse, o zaman gerilim ortamının yumuşaması için herkesten önce MHP ve CHP’ye görev düşüyor. Her iki partinin de kendi tabanlarını veya üzerinde etkili olabilecekleri kesimleri soğukkanlılığa davet etmelerine, ama bundan önce de kendilerinin “sorumlu” bir üslup geliştirmelerine ihtiyaç var. Bu arada, provokasyonların önüne geçmek ve ülkede kamu düzenini sağlamak da şüphesiz hükümetin görevidir.
Oysa, MHP ve CHP, bu süreçte bırakın sorumlu davranmayı, olaylardan münhasıran hükümeti suçluyorlar. Onlara göre, İnegöl ve Dörtyol’da patlak veren ve gitgide yayılma istidadı gösteren çatışmaları tetikleyen asıl faktör, hükümetin “Açılım” politikalarıyla Türk-Kürt ayrışmasını teşvik etmesidir.
Şimdi, hükümetin bu süreçte gerçekten toplumu “ayrıştırıcı” adımlar atıp atmadığını bir yana bırakalım, “Açılım”ın kendisinin toplumu ayrıştıran bir girişim olduğunu söylemek bana tipik bir sorumsuz siyaset örneği gibi geliyor. Bunu ancak Türkiye’nin bir “Kürt sorunu” olmadığını düşünen sorumsuz siyasetçiler ve tuzu kuru “beyaz Türkler” söyleyebilir.
Ne var ki, ülke gerçeklerinden bu kadar kopuk bir zihniyet, hem sorunu yok saymak hem de çatışmaları zımnen onaylamak suretiyle, Türkiye’yi olsa olsa felâketin eşiğine getirebilir. Çünkü, Kürt meselesinde hiçbir açılım yapılmasın demek, pratik sonuçları bakımından, “ölümler devam etsin” demekten farksızdır. Dahası, Kürt sorunu barışçı bir şekilde çözülemezse, Türkiye’nin tam da “Açılım”ı eleştirenlerin en çok korktukları akıbetten bile kaçınması mümkün olmayabilir.
Onun için, Türkler, Kürtler, hükümet, siyasi partiler ve medya olarak hepimiz bu sefer sahiden aklımızı başımıza almak zorundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.