Hem barış hem Anayasa
AKP hükümeti ile Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) arasında Perşembe günü gerçekleşen görüşme 12 Eylül referandumu sonrasının iç siyasetteki galiba en güzel haberi. Hakkâri “provokasyonu”ndan sonra iki parti arasında görüşme ihtimalinin zayıfladığı bir sırada tarafların bu iradeyi göstermesi gerçekten sevindirici. Bunda, PKK’nın 20 Eylül’de biteceğini daha önce duyurmuş olduğu “eylemsizlik”i bir süre daha uzatmasının ve hükümetin Öcalan’la dolaylı yollardan sürdürdüğü anlaşılan temasın da katkısı olsa gerek.
Bu gelişmeler Türkiye’nin geleceğine ilişkin iyimser ümitleri iki yönden besliyor. Kürt sorununun barışçı bir çözüme bağlanabileceğine ve Türkiye toplumu olarak sivil-demokratik bir anayasa yapabileceğimize ilişkin ikiz ümitleri... Bu iki meselenin bir arada düşünülmesi herhalde kimseye anlaşılmaz gelmiyordur. Gelmemesi gerekir, çünkü Türkiye’nin Kürt sorunuyla anayasa sorunu birbirinden ayrılamaz.
Sivil inisiyatife dayalı yeni bir anayasa Türkiye’ye sadece demokrasi için değil, toplumsal barış için de lâzımdır. Ne Kürt sorununu anayasal düzenlemeler de yapmadan nihai bir çözüme kavuşturabiliriz, ne de bu sorunu görmezden gelen bir anayasa sahici anlamda sivil ve demokratik bir anayasa olabilir. Sadece Kürtler için değil hepimiz için, özgürlük de barış da demokrasi de önemli ölçüde Kürt sorununun çözümüne bağlıdır.
Daha somut konuşursak, eğer gelecek seçim kampanyası aynı zamanda -hatta öncelikle- bir “yeni anayasa” kampanyası da olacaksa, bu iki bakımdan Kürt sorunuyla ilgili olacaktır. Bir kere, yöntem olarak, bu işte başı çekecek olan iktidar partisinin kendi seçmen tabanından daha geniş bir toplum kesiminin desteğini sağlaması gerekir. O zaman da, kemiyet bakımından değilse de keyfiyet bakımından, ilk akla gelmesi gereken Kürtlerdir.
Çünkü, bugünün Türkiye’sinde “ana damar”dan en fazla uzak konumda bulunan ve dolayısıyla bir arada var oluşun “yeni” anayasal çerçevesi üzerinde kendisiyle öncelikle uzlaşmaya varılması gereken topluluk Kürtlerdir. Elbette bunu anayasa-yapımı sürecinden Kürtleri -”Kürtler” olarak- dışlamak suretiyle sağlamaya çalışmak akıl kârı değildir. (Benzer bir durumun Alevi topluluğu açısından da söz konusu olduğunu hatırlatmak isterim.) Esasen, kendilerinin dile getirdikleri taleplerden anlaşıldığı ve son referandumun da gösterdiği gibi, yeni bir anayasanın gerekliliğine ikna olmaya en fazla açık ve hazır olan grup da Kürtlerdir.
Öte yandan, yeni anayasanın her halükârda Kürt sorununun çözümünü kolaylaştıracak veya ona zemin teşkil edecek bir içeriğe sahip olması gerekiyor. Bunun somut gereklerinin neler olduğunu daha önceki muhtelif yazılarımda dile getirmiştim. Burada şu kadarını söylemekle yetinmek isterim ki; bu “gerekler”in Türkiye’nin etnik-kültürel çeşitliliğini anayasal olarak tanımaktan, etnik imalar taşımayan yurttaşlık tanımına, oradan idari (hatta belki de siyasi) adem-i merkeziyetçi düzenlemelere kadar uzanan bir yelpazesi vardır.
Sonuç olarak, iktidar partisi ile BDP arasında başlayan ve devam etmesi beklenen görüşme trafiği Türkiye’nin birbirinden ayrılamaz olan iki temel meselesinin -Kürt ve anayasa meselelerinin- çözümü konusunda hepimizi ümitlendiriyor. Son günlerde CHP’den de bu ümidi besleyen mesajlar gelmesi elbette hayra alâmettir.
Nihayet, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik davası da bu ümidi pekiştiriyor. Açıktır ki, Kürt meselesinin çözümünü Avrupa standartlarıyla bağdaşan anayasal bir formüle bağlamadan Türkiye’nin Birliğe tam üyeliğe kabul edilmesini beklemek gerçekçi değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.