Yine yüce Kur’an meâli dolayısıyla...
Utanıyorum! Utancımı ifade edecek kelimeler de bulamıyorum.
Bundan on yıl kadar önce, İstanbul’da, bir büyük kuruluşun başında bulunan bir dostum beni telefonla aradı:
- İki yüz civarında elemanımız var. İstiyorum ki bizim salonumuzda senin bir sohbetini dinlesinler! dedi.
Kararlaştırdığımız günde çıkıp gittim. Salon tamamen doluydu. Sohbet konumuz “En büyük ayıbımızdı.“ Bana göre en büyük ayıbımız cehaletimizdir. Cehaletten büyük düşmanımız yoktur. Örnekler vererek, cehaletimizin tahribatından bahsediyordum. Beni dinleyenler arasında, sakallarını bir-iki aydan beri hiç kesmeyenler de vardı. Bir ara dedim ki:
- İslâm, inceliktir, güzelliktir, aydınlıktır, huzurdur! İslâmdan uzaklaştığımız için, manevî bir buhran yaşıyoruz. Kurtuluşumuz İslâmdadır! Yalnız İslâmı, bağırmadan, çağırmadan, kırıcı olmadan anlatmalıyız. Bakınız, Sevgili Peygamberimizin amcaları arasında kâfir olanlarda vardı. Peygamberimiz, çenesinin ucuyla göstermiş olsaydı, sahabe onları yok edebilirdi. Peygamberimizin vazifesi de dinde zorlamaya gitmeden sadece tebliğ etmekti.
Daha Yunus suresinin 99. ve 100. âyetlerini hatırlatmadan, yüzleri çeyrek sakallı olanlardan 8-10 kişi ayağa kalkıp bağırmaya başladılar:
- Sen Peygamberimize hakaret edemezsin! Amcalarına kâfir diyemezsin! Haddini bil! Seni protesto ediyoruz! Bunları söylemek için mi buraya geldin? Çıkıyoruz biz!
Diyerek kapıya doğru, öfkeyle, yürüdüler.
- Durun gitmeyin! Siz namaz kılıyor musunuz diye sordum.
- Kılıyoruz elbette ne var? diyerek bağırdılar.
- Peki namazlarınızda hiç Tebbet suresini okuyor musunuz?
- Okuyoruz ne var? diyerek dikleştiler.
- İşte siz o sureyi okuyunca, Sevgili Peygamberimizin amcası olan Ebu Leheb’e de onun karısına da lânet ediyorsunuz. Ebu Leheb, kâfir yaşadı, kâfir öldü. Peygamberimizin bir başka amcası Hz. Abbas da Bedir Savaşına kadar kâfirdi.
Kapıyı öfkeyle çarpıp çıktılar. Salonda ikiyüz kişi vardı. Dondum kaldım. Çünkü içlerinden bir tek kişi bile ayağa kalkarak arkadaşlarını uyarmadı:
- Yahu! Bu adam doğru söylüyor. Durun gitmeyin! Ayıptır! demedi.
Anladım ki salondaki Müslümanlar da Kur’andan haberdar değiller. Allah şahit, üzüntümden, utancımdan günlerce perişan oldum.
Geçen hafta yazmıştım. İzmir Üniversitesinden üç ilim adamımız: Prof. Dr. Abdülkadir Şener, Prof. Dr. M. Cemal Sofuoğlu, Prof. Dr. Mustafa Yıldırım 8 yıl çalışarak, Kur’an’ı Kerim’i YÜCE KUR’AN ismiyle açıklayan, yorumlayan bir meâl hazırlamışlar. Ben bu yeni meâli büyük bir dikkatle ve zevkle okuyorum. Öyle sanıyorum ki milletimizin %99’u, baştan sona kadar bir Kur’an mealini okumamıştır. Halbuki dinî yaşayışımızda, birinci kaynak Kur’andır. Sonra sünnettir. Sonra icma-i ümmet ve kıyastır. Meallerden daha geniş, fakat Kur’an’a, sünnete, icma-i ümmete ve kıyasa aykırı olmayan, olmaması gereken ilmihallerimiz de var. Elbet onlar da okunmalı. Ama hayır! Sanki ben; “Sakın ilmihal okumayın! Yalnız meal okuyun“ diye yazmışım gibi bir büyük infial başladı. Hayretler içinde kaldım. “Oku“ emrine rağmen, meal okumamakta direnen Müslümanlarımız var. Hayret! Hiçbir yazıma bu kadar tepki almamıştım. İlmihalcilere göre: “Kur’an’ı Kerim meâli hazırlayanların esas maksatları, dinimize zarar vermekmiş. Bu iş cerrah olmayan birinin eline ameliyatla ilgili bir kitap tutuşturup buna göre ameliyat et! demekten farksızmış! Dehşet verici bir iddia! Aman Ya Rabbim! Aman ya Rabbim! Oku! emriyle başlayan kitabının mealini okumayı doğru bulmayan, akıllarını kullanamayan Müslümanlarımız var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.