Yargıçların Üstünlüğünden Hukukun Üstünlüğüne
Anayasa hukukçusu Süheyl Batum, Kapatma davasıyla ilgili bir söyleşide, Cumhurbaşkanının davaya dahil edilmesini,”Mevcut Anayasa’da Cumhurbaşkanının görevden alınmasının neredeyse imkansız oluşuna bağlayarak,bu şekilde Anayasa yargısının Cumhurbaşkanını görevden almak için bir yol aradığını “ ifade etmiştir..
Bundan anlaşılıyor ki;Süreci tetikleyenler, siyaset alanında AKP’ye ait hiçbir iz bırakmamayı kafaya koymuşlar. Bunun için de Anayasa’da olmayan hükümleri, hukuku zorlayarak –içtihat- yoluyla çıkarmaya çalışacaklar...Batum’un ifadelerinden bu açıkça anlaşılıyor. çünkü mevcut Anayasa’nın 105. maddesine göre, “Cumhurbaşkanı, ancak,vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılabilir”.Meclisin mevcut yapısıyla üye tam sayısının dörtte üçü bulunamayacağı için, bu iş, Anayasa mahkemesine havale edilmiştir.
Yani nereden bakarsanız bakın,hukuku,Anayasayı, hatta toplumu hiçe sayan bir proje ile karşı karşıyayız.Yüksek yargı Anayasa da hüküm yoksa, biz uydururuz gibi son derece vahim hukuk dışı bir mantıkla hareket etmekte beis görmemiştir.
Bundan sonra olacaklar bellidir,süreç bu şekilde devam ederse AKP kapatılacak, Cumhurbaşkanı tartışılır hale gelecektir. Kararın hemen ertesinde üniversiteler, Atatürkçü düşünce dernekleri ve sivil görünümlü bazı resmi toplum örgütleri harekete geçerek Cumhurbaşkanını istifaya çağıracaklar, nümayişler, yürüyüşler tertip edip, arada bir polisle çatışarak, kaos ve iç savaş korkusu vererek Cumhurbaşkanını istifa etmek zorunda bırakacaklardır.Bu 6-7 aylık süreçte ekonominin dibe vuracağını, AB ile ilişkilerin askıya alınacağını, Türkiye’nin bir üçüncü dünya ülkesine döneceğini söylemeye bile gerek yok.
Ancak sürece müdahale etmek de mümkün.AKP sanıldığı kadar çaresiz değil.Mahkeme devam ederken AB’nin parti kapatmada benimsediği Venedik kriterleri ile,kapatma için– şiddet- şartı getirilebilir.Böyle bir düzenleme, şu sıra operasyona bitti gözüyle bakanları çılgına çevireceğine şüphe yok.Ama sonunda Yargıyı hukuksuzluğun aracı haline getirmenin sonu olmadığını da herkes görmüş olur.
Bu talihsiz süreçte ortaya çıkan başka bir durum da, hukuk sistemimizde –bazı önemli boşlukların-bulunduğunu bize göstermesidir. Yargıtay kanunu 32. maddesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekilinin, Yargıtay Büyük Genel Kurulunun, kendi üyeleri içinden göstereceği 5 aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçileceğini söylüyor. Yine Yargıtay kanunu 46. maddesinde Yargıtay başsavcısı hakkında soruşturma açılabilmesi için birinci başkanlar kurulunun izin vermesi şartı getirilmiştir.Anayasa’nın 104. maddesinde ise Cumhurbaşkanının görevleri sayılırken Yargıtay başsavcısını seçme yetkisi verilmiş, ancak herhangi bir şekilde görevden alma yetkisi verilmemiştir.Yargıtay başsavcılığı ile ilgili mevzuat incelendiğinde, Yargıtay başsavcısını görevden alabilmek için hiçbir hukuki düzenlemenin yapılmadığı görülüyor. Anayasa’nın 105. maddesinde Cumhurbaşkanının görevden alınabilmesi için bile düzenlemeler varken, Yargıtay başsavcısı ile ilgili hiçbir düzenlemenin olmaması manidardır.Başsavcı, ancak Yargıtay birinci başkanlar kurulunun soruşturma izni vermesi halinde veya suçüstü hallerinde genel hükümlere göre yargılanabilmektedir. Daha önce dinlemeye takılan bir Yargıtay üyesi ile ilgili birinci başkanlar kurulunun izin vermediği dikkate alınırsa, başsavcının görev süresi (4 yıl) bitinceye kadar hiçbir şekilde yargılanamayacağı, görevden alınamayacağı ortaya çıkıyor.Cumhurbaşkanını yargılayan ama Başsavcısını yargılayamayan bir hukuk sisteminin –bugün bizi hangi noktaya- getirdiği ortadadır.
Anayasa gözden geçirilirken, yargıçları siyasetin ve hukukun üstüne çıkaran bu boşluklar da doldurulmalıdır. Aksi takdirde bazı yargı adamlarının ideolojik saplantılarından kaynaklanan, keyfiliklerden kurtulmak mümkün olmayacaktır.