Faruk'a açık mektup
Sevgili dostum; evet, hukuka riayetsizlik ettim; hayli zamandır gülden nâzik hâtırını sual etmedim fakat biliyorsun, gönlümdeki yerin müstesnâdır.
Dükkâna son uğradığımda şubat soğuğu bıçak gibi kesiyordu. Başında kalın yün bere, sırtındaki lacivert işçi önlüğü altına giydiğin keçe yelek ve onun altındaki Selânik örmesi yün fanilanla yine herkesten ziyade zemheri ayazına karşı bilcümle pusatını kuşanmıştın. Yaz olsaydı kapının önüne bir boş teneke çevirip üstüne sofra kurar, kırpık kösele çuvallarına tüneyip piknik tüpüyle çay demler, nar gibi közlenmiş taze fırın pidesine ilâveten Doğu Şekerleme'den kapıp getirdiğin yarım kilo sade tahin helvasıyla nice saltanat sofralarında bulamadığımız muhteşem bir fukara sinisi donatırdın elbette. Hangi iyiliğini cezasız bıraktık ki? Sırf seni kızdırmak için çayın demini almadığından, pidenin soğukluğundan, paraya kıyamadığından dem vurup bir bahane ile seni ifrit etmenin yolunu bulur, üstüne dehşetli bir siyaset sohbeti açardık fakat şimdi son buluşmamızda neler yeyip içtiğimizi hatırlamıyorum. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur diye değil; unutkanlığıma, ihmâlime hamlet.
Hatırladıkça inan ki burnumun direği sızlıyor Faruk; öyle özledim yani...
Geçenlerde haberin geldi; yine birilerine öfkelenmiş, "İlle de hayır vereceğim" diye tutturmuş, üstelik bununla da yetinmeyip gelene-gidene bağıra çağıra vaziyeti ilân etmişsin.
Evvela inanmadım; "Faruk sizi işletmiştir mutlaka" diye bıyık altından güldüm; çünkü Faruk demek, bizim müşterek vicdânımız gibi bir şey yahu, Faruk demek bu milletin basireti, ferâseti, celâdeti, hatta hamâsetidir bir bakıma. Böyle bir Faruk tutsun da, "Hayır oyu vereceğim" diye canlı bir bayrak gibi çarşı yüzünde dalgalanıp dursun; olacak iş değil!
Sonra haberi ciddiye almak lüzumunu hissettim; ee, çünkü inatçıdır adamım; gözü kızarınca cânı cânânı görmez olur da öfkeyi akide şekeri gibi damağına yapıştırıp tüketinceye kadar etrafa şerrareler çaktırır hazret!
Aman Faruk, ona kadar say hele; yetmezse yere uzan, sâkinleşene kadar bekle; bir daha düşün, "Lâ havle" çek, bulandıysan sadeleş, köpürdüysen durul; bu memleket daha çok referandum patırtısı görür geçirir lâkin bir Faruk kolay ele geçmez.
Biliyor musun Faruk, geçenlerde bir taksiciyle yârenlik edeceğim tuttu, diyor ki, "Giresun'da fındıklığım var birazcık; toplatırken her gün sekiz işçi tuttum, şu kadar lira. Yevmiyeleri cepten gidiyor; böyle gitmez, hayır oyu vereceğim, kimse kusura bakmasın". Sonra merak etti, "Siz ne yapacaksınız referandumda?" Dedim ki, "Benim Giresun'da yevmiye 8 işçi çalıştıracak kadar fındık bahçem yok; olsun diye evet diyeceğim!". Anladı, şakaya vurdu, üstelemedim.
Diyeceksin ki ne mânâ Farukçuğum; mânâsı şu; kim neye kafası bozuksa, referanduma intikam maçı gözüyle bakıyor; tam senin durumun yani.
Seni kim kızdırıp küplere bindirdiyse sen onlara uyma ciğerim. Biz genel seçimde, "Kimi iktidar edelim; kimin derisini yüzüp cezalandıralım" diye sandığa gitmiyoruz. Mâlum, anayasanın 26 maddesi değişecek sadece. Yeter mi? Yetmeyeceğini sen benden iyi bilirsin. O dükkânın kuytuluğuda yönettiğin siyaset mektebinden kimler gelip geçmedi ki, hatırla. Senin yarın vermeyi düşündüğün hayır oyunun mânâsını tafsile hâcet yok; papaza kızıp oruç heba edilir mi usta? Kimlerle aynı hizâya girdiğin, kimlerle aynı safta durduğuna bir bak, sonra yine bildiğini yap; ferman senin.
Sadece şu kadarı: Zeyneb'in yarın okullarını bitirip hayata atıldığında, aile kurup çoluk çocuğa karıştığında yine bugünkü anayasanın, bu berbat statükonun, bu 367 komedilerini icad eden yapının hâlâ devam edip gitmesini istiyorsan mesele yok, var gücünle vur hayır mührünü!
Yarın akşam bu sarsak, sâbıkalı statükoyu tarihe gömeceğiz inşallah; sen aramızda olmazsan vallahi hiç sinmez içimize. Kambersiz düğün olur mu Faruk?