Bekir Coşkun olayı
Habertürk gazetesinden Bekir Coşkun’u kovan patronun ya bizzat kendisinin, ya ortağının, ya da niteliksel piyasa ikizlerinin 28 Şubat sürecinde aynı eylemi bu sefer Bekir Coşkun’un aksi istikametindeki yazarlar için ve o günlerin kudretli odaklarına şirin gözükmek adına yaptığını hatırlatmakta fayda var.
Her devrin adamı olmayı hayat şiarı olarak seçmiş para babalarının akıllarınca o çokbilmiş hareketlerinin ne anlama geldiğini artık salak yerine konulanlar da biliyor. Sanılmasın ki birileri o puştlukları bilmediğinden susuyor. Kimi zaman karşınızdaki kopkoyu cahil bir çokbilmiş, sizi aptal yerine koyar da sırf onunla bir şekilde vuku bulmuş o temasın bir an önce sona ermesi için o salaklığa gönüllü yatarsınız ya, işte bu da böyle bir şey.
Şimdi bu olayla ilgili basında bir kısım “İyi ki attılar, o da kendini yenileseydi, inatlaşmasaydı” diyor, diğer bir kısım “Hükümetin medya üzerindeki baskısının kanıtı” diyor, üçüncü kısım ise “Kendisini sevmezdim ama durumuna üzüldüm” diyor.
Kudretli tepelerden esen rüzgârın yönüne göre kendine istikamet çizenlere aslında söyleyecek bir söz yok. Çünkü onlar maya bakımından bambaşka bir nüveye sahiptirler bile denemeyecek düzeyde bir belkemiksizliği imleyip dururlar. O kişileri aklınıza getirdiğiniz vakit, sadece düşük yoğunluklu bir mide bulantısının biteviye yol açtığı her nesneden tiksinir vaziyete gelme halini göze almanız gerekmektedir.
28 Şubat sürecinde askerlere alkış tutan kimilerinin Ak Parti iktidarında kendilerini demokrasi şampiyonu ilan etmeleri karşısında, “sabitelerine bağlı inatçı adam yokluğu” yüzünden Bekir Coşkun en azından bir değer ifade edebiliyordu. Ayrıca kendisinin muhabirlik yıllarından başlayarak basında geçirdiği evrelerin diğerlerinden farklı oluşu da göz önünde bulundurulmalı. Bugün o iri gazetelerin afili kolejlerden çıkma yöneticileriyle aynı sınıfsal kökenden gelmediğini bildiğimiz Bekir Coşkun’un, patronların “kelle verme” ihtiyacında neden öne atılmış olabileceğini biraz da buralarda aramak gerekir.
O bakımdan burada asıl önemi haiz bulunan husus, gadre uğrayanların soylu intikam duygularıyla hareket etmeyi bırakıp bırakmayacağı, ya da buradan kendilerine maddi payeler çıkartma ve kişisel fırsatlar meydana getirme ameliyesi içine girmekten uzak durup durmayacaklarıdır.
Meselenin özü ise şöyle özetleniyor: Bekir Coşkun’un patronuna iktidardan bir baskı mı olmuştur, yoksa Bekir Coşkun’un patronu durumdan vazife çıkartarak, iktidara yanaşık durmanın hesabı içine girip kelle mi vermiştir?
Bu iki ihtimalin ikincisinin akla, mantığa ve patron kurnazlığına daha uygun olduğunu cümle âlem biliyor. Birinci seçenek geçerli olmuş olsa bile, bu durumda gazetenin, gazete olmak şeref ve haysiyeti gereği bu baskıya direnmesi gerekmez miydi? Eğer bu söylediğimiz şey, günümüzde çok lüks bir davranış biçimi olarak görülüyor ise o zaman oturup halimize toptan ağlayalım.
Gerek mağdur olan, gerek mağdur eden, gerekse adına mağduriyetler yaşatılanlar bakımından herkesin mutlu olduğu ve gemisini yürütebildiği bir ortamda, camiaya dönüp timsah gözyaşları dökmenin, sahte demokrat tutarlılığı gösterileri yapmanın bir âlemi yok. Bir taşla birçok kuş vurmanın en geçerli akçe kabul edildiği, ilkeli ve şerefli yaşam sürmenin ve samimi tavır geliştirmenin ise beyhude bir ucuz kahramanlık olarak görüldüğü günlerde yaşıyoruz.
Şimdi Bekir Coşkun’a gerek yandaş olarak nitelendirilen medya organlarındaki demokratlığını ispat gayesinde olan kimi kalemlerden, gerekse “yoldaş-candaş” medyada ona sahip çıkmayıp, bu olayı fırsat bilerek iktidar eleştirisinde bulunanlara kadar çok geniş bir yelpazede epey bir süre daha Bekir Coşkun istismarı yapılacağa benziyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.