Üniversiteler Mikrosoft’a müşteri mi yetiştirmeli?
Bilgisayar kelimesi daha sonradır. 70’li yıllarda adı “elektronik beyin” idi. Bir ara İngilizce’den aparma “Kompitür” de dendi ama bu uzun ömürlü olmadı. 70’lerin sonu 80’lerin başı idi; gündelik hayata girmeye başladığı yıllarda “bilgisayar” kelimesi de yaygınlaştı.
O yıllarda, internet mi var; bilgisayar dediğin ekranlı daktilo olarak kullanılır; en kabadayısıyla, yazılı sayfanın üzerinde ayrıca ek işlemler yapılırdı. İlk bilgisayarlarda fotoğraf işlemek bile baya baya ek bilgi ve donanım isterdi. Buz dolabı gibi makinalar, koca kafa ekranlar ve araba tekerleği gibi disketler vardı.
1987-1988’de ortalığı birden Macintosh bilgisayarlar kapladı. Üniversitelerin tamamı da Macintosh’çu oldu. Çünkü Rahmetli Doğramacı’nın bir şirketi, bu bilgisayarların Türkiye distribütörlüğünü almış ve tüm üniversitelere pazarlamıştı ama bilgisayarlar, hâlâ fonksiyonu biraz arttırılmış ekranlı daktilo olmaktan öte gidemiyordu. İnternetin i’si bile yoktu; onun yerine EARN (Neyin kısaltması olduğunu bile unuttum.) bağlantılı hepi-topu 5 üniversite vardı.
90’ların başında bilgisayar kullanımı hayli yaygınlaşmış ve işletim programları da çeşitlenmeye başlamıştı. Hemen ardından internet çıktı ortaya ve asıl fırtına bundan sonra esmeye başladı. Öyle ya, bilgisayarda hem yazılarınızı yazıyorsunuz, hem karmaşık işlerinizi kolayca halledebiliyorsunuz; üstelik tek “tık” ile dünyaya açılıyorsunuz.... Tek âletle bir sürü iş yapıyorsunuz yani. İşte bu yıllarda ortaya Mikrosoft çıktı ve tüm dünyaya yayıldı.
Mikrosoft basit bir sistemdi. Neredeyse, okuma-yazma bilmeyenlerin bile rahatça kullanabileceği basitlikte bir sistem... Yanında, internet de cabası...
Dünya yepyeni bir pazara açılıyordu. Pasta çok büyüktü... Bilgisayar sistemcileri kıyasıya bir yarışa girip pazar kapmaya çalışıyorlar; bir yanda da bilgisayarlar, insanların/kurumların vazgeçilmezi olmaya başlıyordu.
Linux bir yandan, Mac OS ve Unix öbür yandan, Mikrosoft Windows diğer yandan piyasaya giriyor; o an basit kullanımlı olan ayakta kalmaya çalışıyordu. O yıllarda (1990’ların ortası), bilgisayar yazı hayatını kolaylaştıran bir araç olarak herkesin ihtiyacı hâline geliyor ve bilgisayar kullanabilmek bir avantaja dönüşüyordu. Bilgisayar kullanma konusu YÖK tarafından tartışılıyor, üniversitelere bilgisayar kullanma dersi verilmesinin önemi üzerinde duruluyordu. Yanlış hatırlamıyorsam 1996 veya 1997’de, üniversitelerin birinci sınıflarına zorunlu bilgisayar dersi kondu.
Ne güzel olacaktı!.. Herkes bilgisayar kullanarak hayatını kolaylaştıracaktı ve üniversiteler de eğitim-öğretimle buna destek olacaktı... Bundan iyisi mi olurdu yani?..
Üniversitelerde bilgisayar dersi verilmesine en çok sevinenlerden biri de ben idim. Öyle ya, daktilonun zorluğundan kurtuluyorduk ve gençler bilgisayar öğrenerek işlerini kolaylaştıracaklardı...
Ben, önceleri zannediyordum ki, gençlere, genel olarak bilgisayar sistemleri öğretiliyor ve bir genç her tür işletim sistemini kullanacak şekilde eğitiliyor. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Üniversitelerin tamamı, sadece Mikrosoft işletim sistemini öğretip meselâ Linux işletim sistemi konusuna hiç girmiyorlarmış. Yani, bir genç hayata atıldığında sadece Mikrosoft sistemi kullanabilecek, öteki sistemleri kullanamayacakmış. Diğer işletim sistemleri öğretilmedi ki, nasıl kullansın?..
Hâl, Mikrosoft’tan yana olunca, rüzgâr Windows’tan yana esince ve üstelik gençler üniversitede sadece bu işletim sistemini öğrenince, elbette Türkiye pazarının neredeyse tamamını Mikrosoft kaplayacaktı. Nasıl kaplamasındı ki?.. Öğrenci üniversitede sadece bu sistemi öğreniyor ve iş hayatına atılınca da patronundan veya kurumundan Mikrosoft işletim sistemli bilgisayar istiyordu. Al sana geniş ve hazır bir müşteri piyasası!.. Ondan sonra, gelsin paralar...
Kim hazırlıyor bu ortamı? Elbette, öğrenciye sadece Mikrosoft öğreten üniversiteler... “Öğrenciyi Mikrosoft müşterisi olarak hazırlayan üniversiteler.” demek daha doğru.
Üniversiteler, hem Mikrosoft müşterisi yetiştirirler; hem de yüz binlerce bilgisayar için milyarlarca para harcarlar.
YÖK’ün yerine ben olsam, Mikrosoft’a, “Gel arkadaş!.. Bak ben sana binlerce müşteri hazırlıyorum... Sen de tüm üniversitelerimizin bilgisayar ihtiyacını karşıla!..” derim.
Öyle ya!... Müşteri hazırlaması benden ama parayı kazanan Mikrosoft... Hiç olur mu böyle bedavacılık?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.