“Füze kalkanı” çarpıtması…
ABD’nin “NATO projesi” haline getirilen “Füze Savunma Savunma Sistemi”nin Türkiye topraklarında konuşlanması üzerinde çarpıtmalar her haliyle sırıtmakta.
Füzeler, Obama’nın güya revize ettiği “Avrupa için aşamalı, uygulanabilir yaklaşım projesi” çerçevesinde Polonya ve Çek Cumhuriyeti yerine Türkiye’yi yerleştirilecek. Ancak Bush’tan kalma bu “ABD projesi”nin asıl hedefin “İran’ın füzelerine karşı Amerikan savunma sisteminin güçlendirmesi” olduğu ortada.
Her ne kadar önümüzdeki ay Lizbon’da yapılacak NATO zirvesinde, NATO belgelerinde “İran ve Suriye’nin ‘tehdit’ olduğu” ibâresi çıkarılsa da, ABD tarafından geliştirilen “hava savunma kompleksi”ne göre, füzelerin ısrarla Türkiye’nin Doğu, Kuzey-Doğu ve Karadeniz bölgesine konuşlandırılması ve Doğu Karadeniz’de yüzer durumda bulunan gemilere yerleştirilmesi ısrarın, bunun deşifresi.
Brüksel’de Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton ve Savunma Bakanı Gates’le görüşen Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Millî Savunma Bakanı Gönül’ün, muhataplarına “Tüm NATO topraklarını kapsaması ve üyelerin güvenlik ihtiyaçlarını karşılayacak bir sistem plânlanması’ durumunda füze savunma sistemine destek verebileceklerini” belirtmeleri, bunun ifâdesi.
Anlaşılan o ki Ankara, Türkiye’nin “ABD’nin füze kalkanı” yapılmasına yeşil ışık yakmış; “Bir müttefike saldırı, bütün müttefiklere saldırıdır’ prensibinin yer aldığı NATO’nun 5. maddesindeki ‘caydırıcılık’ çerçevesinde” benzeri bahanelerle buna gerekçeler hazırlıyor.
Diplomatik atraksiyonlar, “NATO projesi” söylemleri hep bu maksada yönelik…
“DERİN GÖRÜŞMELER”
ÇOKTAN VARMIŞ…
Gerçek şu ki geçtiğimiz ay BM Genel Kurulu’na katılmak için gittiği New York’ta Amerikan dış politikasına yön veren Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR), İran’ın nükleer programına ilişkin, “Nükleer silâha kesinlikle karşıyız” diyen Cumhurbaşkanı Gül’ün, “Ortadoğu, Irak ve Afganistan’daki sorunların çözümünde Türkiye ile ABD’nin işbirliğinin önemi”ni vurgulamasından sonra olup bitenler, Türkiye’nin ABD ile “füze kalkanı”nı uzun süredir “derin müzâkere” ettiğini göstermekte.
Ve Davutoğlu’nun daha Brüksel’e gitmeden “NATO içinde yürütülen müzâkereler var, bu konu orada ele alınacak, ortaklaşa neler yapılabileceğini değerlendireceğiz” açıklaması, Türkiye’nin “füze kalkanı”nı peşinen kabul ettiğini açığa çıkarmakta.
Daha baştan “ABD ve Güney Avrupa’yı İran’ın füze tehdidinden korumak için Türkiye ile çok derin görüşmelerimiz oldu” diyen Amerikan Savunma Bakanlığı’nın Avrupa ve NATO politikalarından sorumlu üst düzey yetkilisi Jim Townsend’in, “Türkiye ile anlaşma konusuna umutluyuz” cümlesi, öteden beri bir “cambaza bak!” oyununu ortaya koymakta.
Türkiye’nin defalarca istemesine rağmen işgali altındaki Kuzey Irak’ta serbestçe gezen terörist elebaşlarından bir tekini dahi teslim etmeyen, kontrolündeki bölgede terör örgütünün tasfiyesine yanaşmayan ABD’nin terörle mücadelede son bir yılda artan karakol ve askerî birlik baskınlarıyla ortada olan “istihbarat paylaşımı” başta olmak üzere, ABD’nin “terörle mücadele”de desteğinin bir işe yaramadığı ortada.
Ve örtülü tehditlerle, “İran’ın elinde sadece nükleer silâh geliştirme projesi yok, füzeleri de var; Ankara’nın ‘füze kalkanı’nı kabul etmemesi halinde, Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadelede ABD’nin desteğini keseceği” şantajlarla, Türkiye’ye “füze kalkanı” görevi verilmekte...
“İRAN HEDEFİ”Nİ GİZLEME TAKTİĞİ
Esasen “Füze kalkanı” ile radar konuşlanması “proje takvimi”nin Obama yönetimince yeniden belirlendiği 17 Eylül tarihli Beyaz Saray damgalı “genel bilgiler”de her şey açığa çıkmakta. Obama, Gates ve Genelkurmay Başkanı’nın kabul ettiği “uygulanabilir yaklaşım projesi”nde “Füze savunma sistemi, İran’dan gelecek füze tehdidi algılaması temeline dayalıdır” cümlesi, amacı su yüzüne çıkarmakta. (Ferai Tınç, Hürriyet, 17.10.2010)
Özetle ABD’nin “NATO paravanı”nda dayattığı füze kalkanı konuşlandırması, Türkiye’nin Kasr-ı Şirin Anlaşmasından bu yana asırlardır iyi ilişkiler içinde olduğu Müslüman komşu İran’a karşı. Bütün bunlara rağmen Ankara’nın Lizbon’da güya “İran’ın hedef olmaktan çıkarıldığı” uydurmasıyla bölgesinde Müslüman komşularına karşı işgalci ABD ve İsrail’e “kalkan” edilmesi çarpıtmasına başvurulmakta…
Sonra neden yarım asrı aşkındır Filistin’de işgal, soykırım ve zulüm yapan İsrail’in yüzlerce nükleer silâha sahip olması, Türkiye ve bölge için “tehdit” ve “tehlike” oluşturmuyor da, İran’ın hakkı olan nükleer enerji hazırlığı “tehdit” unsuru oluyor?
Başbakan Erdoğan ve hükûmet sözcüleri buna cevap vermeden “talep ve emr-i vaki yok” söylemleriyle bu vahâmeti hafife alıp geçiştiremezler?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.