Kuşatılmışlık duygusu
Adalete etki eden en önemli duygulardan birisi, korkudur. Mesela, ormanda tek başına ilerleyen bir insan korkar ve orada hareket eden her şeye, araştırmadan silahını boşaltır. Çünkü korku hâkimdir. Korku aynı zamanda zihinsel felç yapan bir duygudur. Bu duygudan faydalanırsa insan kendini korumaya yönelik olarak savunma silahları geliştirebilir. Mesela, bir iş yerinde çalışan ve her gün kovulacağı duygusuyla yaşayan kişi, üretken olamaz. Devamlı patronunun işine son vermek için fırsat aradığını düşünmeye başlar. Korku insanda zihinsel felce yol açtığı için, yargı gücünü zayıflatır ve adaleti zayıflatır.
Adalete zarar veren bir diğer duygu da, kuşatılmışlık halidir. Bu insanı sürekli savunmaya ittiği için zihinsel felce yol açar. Mesela, bir kişi kendisini çaresiz hissettiğinde savunma duygusu oluşuyor ve kuşatılmışlık ruh hali içine giriyor.
Karşıdakini doğru okumak
Akrebin hikayesi bu konuya güzel bir örnektir.
Etrafında ateş olan akrep, kuşatılmışlık duygusunu hissettiğinde kendi kendisini öldürür. Kuşatılmışlık duygusundaki insan, karşısındaki kişiyi yanlış okur. Bu sebeple de yanlış yargıyla hareket eder ve yanlış sonuca varır. Kuşatılmışlık duygusu, bir nevi zihinsel körlük oluştururken, korku duygusu zihinsel felç meydana getirir ve insanın baktığının bütününü görmesini engeller. Eleştirilmek ve saldırıya uğramak, elbette hiç kimsenin hoşuna gitmez. Bu da, zihinsel süzgeç çalıştırmak gerektiğini gösteriyor.
Aşırı duygusallık hali
Duygularını çok kullanan insanlar, en ufak eleştiriyi bile, haksız saldırı diye nitelendirirler. Eleştiriye aşırı tepki veren kimselerin bir kısmı da bunu kuşatılmışlık duygusuyla yaparlar. Aşırı duygusal bir hal olduğu için karşı tarafın niyetini göremezler. Okuyamadıkları için muhataplarını karşı tarafı, ‘bu bana zarar verecek’ diye düşünür. Bu duygu, insanın algılamasını bozar ve âdil davranamazlar. O sebeple diktatörler, hep kuşatılmışlık duygusu içindedirler. İnsanları ezerler ve bundan rahatsız olmazlar. Çünkü, haksız saldırı olarak algılarlar insanların hareketlerini.
Sürekli şüphelilik hali
Bu tip kişilerin ellerinde güç varsa, karşı tarafı devamlı anlama ve sorgulama çabası içinde olurlar. İnsanları ‘şüpheli’ kategorisinde tutarlar. Mesela, bir ülke düşünün ki, yasalara uyan, askerliğini yapan, vergisini veren, hiçbir kuralı bozmayan bir insanı ‘şüpheli’ sınıfına sokar ve onu bazı haklardan mahrum eder. Bunları özellikle korkan yöneticiler yaparlar.
İsviçre’de fişleme
Mesela, İsviçre’de insanlar fişleniyorlar. Belki, nüfusun yarıdan fazlasının fişlendiğini söyleyebiliriz. Bu fişlenmenin sebebi, oradaki insanların dahil oldukları en küçük bir sivil toplum örgütü olabiliyor. Devlet, bu insanlara, ‘senin durumunu biliyoruz. Yasalara uydukça sana hiçbir zarar dokunmaz. Ama yasalara uymazsan, durumundan haberdarız’ diyor ve insanlara şüpheci yaklaşmıyor. Durum böyle olunca birey, ‘ben özgürüm. Böyle yaşamak istiyorum’ diyor ve işlerini düzgün yaptıkça hiç kimse ona müdahale etmiyor. Çünkü yönetim özgüven sahibi.
İnsanları kategorize etmek
Diğer taraftan baktığınızda, bir başka ülke, sermayeyi ‘kırmızı sermaye’, ‘yeşil sermaye’ diye kategorilere ayırabiliyor. İşte bunu söyleyen kişiler, kuşatılmışlık duygusu taşıdıkları için vergi veren, hata yapmayan bir kişiyi fişleyebiliyor. Aslında bir ülke, vatandaşını fişleyip, takip edebilir. Bunda herhangi bir sakınca yok hattâ devlet olmanın gereğidir. Ama işini yapan, görevini yerine getiren insanları kategorize etmesi, hemen şüpheli kategorisine alıp, onu bazı haklardan mahrum etmek, sağlıklı işlemeyen bir devlet mekanizmasıdır.
Baskı ve adalet duygusu
Püriten ahlaktaki bu insanlar, karşı tarafın ruhunu bile kontrol etmek isterler. Bu ahlak anlayışı en yaygın biçimde, kilisede vardı Ortaçağ’da. İnsanlara onların iyiliği için acı çektiriyorlardı. İşte bu ahlak türü, demokrasinin doğmasını sağlamıştır. Baskı, insanın iyiliği için bile yapılsa insanın özgürlük ve adalet duygularını ters düştüğü için özgürlük meraklıları Amerika’ya gittiler ve bunun üzerine reform ve Rönesans başladı Kilise baskısından.
Muhalefet ihtiyacı
Bizde Osmanlı’da böyle bir baskı olmadığı için, toplum o dönemde demokratik bir tepkiye ihtiyaç duymadı. Bunun üzerine muhalefet ihtiyacı doğdu. Muhalefet, yalnızca toplumla alakalı konularda olmaz. İnsanın iç dünyasında, aile içinde de muhalefet olmalıdır. Demokrat insanın, ailenin ve toplumun özelliği, özeleştiri yapabilmesi, kendi içindeki muhalif görüşleri tartışmaya açık hale getirmesidir. Bu tür kimseler, özgüven sahibidirler ve hataları varsa düzeltir, yoksa gerekçelerini açıklar. Bu, gelişmeyi sağlar.
Kendine güveni olmayan kişi, eleştiriye kapalıdır ve her eleştiriyi saldırı gibi algılar. Onun için muhalefetin varlığı gerekir.
Son günlerde yaşanan olayları, basına yansıyan demeçleri, farklı görüş sahipleri için yapılan tasnifleri, özgürlük bahsinde yaşanan ayak sürüklemeleri, yeni YÖK başkanı için yapılan değerlendirmeleri birde bu bilgiler ışığında değerlendirin.
Kuşatılmışlık duygusu ancak özgüvenle yenilebilir.