Bekirist!
İkinci adı Kemâl değil de Şükrü olsaydı bugün Şükristlerimiz olacaktı; Şükrist, Sadullahist, Kâmilist Atılım hareketi!
Sadullah olsa Sadullahist; Kâmil-Kâmilist, Bekir-Bekirist! İsme bağlı ideoloji tarif etmeye çalışanların enzâr-ı dikkatine arz.
XX. yüzyıl Türkiye'sinin en dikkate değer siyaset adamıdır; 1918 yılında 7. Ordu komutanlığında iken fiilen başladığı siyasi kariyerinde geri adım yok; adım adım öne çıktı, rakiplerini küçümsemedi, meşrû kalmaya itina gösterdi. Siyasette önemli çatışmalar, hatta meydan muharebeleri kazandı. Kazandığı en büyük muharebe Saltanat ve Hilâfetin kaldırılmasıdır; Cumhuriyet, bu zaferin kaçınılmaz sonucuydu. Cumhuriyet'i kolayca kurdu; fakat biz demokrasiyi hâlâ kolayca işletemiyoruz.
Tek partili, otokrat bir rejimi tercih etti; kendi doğrularını dikte etti, başka doğruların da mümkün olabileceğine ihtimâl vermedi. Gecikmiş bir Pozitivist, İttihat ve Terakki'den nefret eden bir İttihatçı, iyi stratejist, orta halli inkılâpçı.
Kendi zihninde tasavvur ettiği Türkiye'yi biçimlendirmek için bildiği kadarıyla elinden geleni yaptı; buna hakkı olup olmadığı yolunda nefsî bir hesaplaşma emâresi gösterdiğine dair kayıt yoktur. Türkiye'yi cebren çağdaşlaştırmak istiyordu ve inandığı bir tane çağdaşlaşma modeli vardı. Çok istemesine rağmen topluma nüfuz edemedi, gücü sadece bürokratlara ve cılız bir katman halindeki burjuvalara yetebildi; bunu fark ettiğinde hırçınlaştı; bu gibi hallerde ölçüsüz askerî güç kullanmaktan kaçınmamıştır.
Dramatik bir adamdı çünkü hep yalnızdı. En yakın ve samimi arkadaşlarını siyâset kulvarlarında acımasızca tüketip tasfiye etti. Hastalık günlerinde etrafına dikkatle bakınız; arkadaşı yoktur, dostu hiç. Yalnızlığını zorakî ve gönüllü sofra yârânı ile unutmaya çalışıyor, bazı günler Çankaya'daki bahçesinde yakınındaki adamların aile hayatlarına uzaktan bakıp imreniyordu.
Kadını da olmadı. Kadın kavramıyla nisbeti, genç kuşaklara örnek gösterilebilecek hüsn-i misâller taşımaz. Annesi, kızkardeşi, Fikriye, Latife... hepsini bedbaht etti. Büyük adamların ardında varlığı hissedilen kadınlar, onun hayatında renksiz ve geçici sûretler oldular.
Ve çocuk! Yüzünün en sıcak ve insâni hatlarını, kadrajda Ülkü'nün de yer aldığı fotoğraflarında görürüz; o şirin, esmer, hayat dolu küçücük Ülkü, son günlerinde etrafında ayakta kalabilen biricik sahici insan portresidir.
Ölümünden sonra halefi, ilginçtir, "Rövanşist" bir devir başlattı; onun devrinde mağdur, menkûp ve mazlum duruma düşenleri onurlandırdı, para ve pullara kendi sûretini koydurdu ama siyaset tarzını tuttu. Tek parti iyiydi; çok parti olunca, hayrettir, hemen hainler baş gösteriyordu.
Cumhuriyeti o kurdu, biz ayakta tutmaya çalışıyoruz. Çamaşır suyuyla ağartılmış kibirli Türklerimiz ile ayrılıkçı şımarık Kürtlerimizi iknâ edebilirsek günün birinde bir "Millet" olmamak için hiçbir bahânemiz yok. Ne var ki, "Ben yaptım oldu"yla bitmiyor işler, en azından bunu anladık; insanlara onur, ekmek, meslek, hürriyet ve mensubu olmakla övünebilecekleri bir müşterek kimlik de kazandırmamız gerekiyor. Zor ama uğraşıyoruz; olacak inşallah.
Büyük adamdır, 90 yıl önce, kırk yaş sularında iken serdettiği fikir ve prensipler, Türkiye'de hâlâ revaçtadır.
Orta halli bir esnaf çocuğu olarak Selanik'te doğmuştu; Dolmabahçe Sarayı'nda Türkiye'nin en vâriyetli adamı olarak son nefesini verdi.