Türkiye üniversiteleri de dünyaya açılmalıdır
Türkiye’nin bölgesinde güçlenen ve oyun kuran bir ülkeye evrildiğini dost düşman herkes kabul ediyor. Küresel bağlamda da tarihinde hiç olmadığı kadar yaptığı açılımlarla dikkatleri üzerine çeken bir ülke profiline sahip.
Bu sürecin sağlıklı işlemesine katkıda bulunması gereken bir alan da üniversitelerimizdir. Bunun için de üniversitelerimizin yeniden yapılandırılması ve Türkiye’nin özellikle de bölgesinde bir eğitim merkezine dönüşmesi zarurettir.
Maalesef Türkiye, ülkesi dışında üniversite eğitimi almak isteyen yabancılara (yabancı kavramı burada Türkiyeli olmayan herkesi içermektedir) pek cazip gelmemektedir. Hâlbuki Amerika ve İngiltere gibi ülkelerin önemli ekonomik girdilerinden birisidir “eğitim sektörü”.
Bu ülkelere gelen gençler hem eğitim aldıkları kurumlara hem de yaşadıkları şehirlere para akıtmaktalar. Bu yüzden de “eğitim alanı” bir “business sector” (ticaret sektörü) olarak görülür. Burası önemli olmakla beraber beni asıl ilgilendiren yönü bu değildir.
Eğitimini tamamlayıp ülkelerine dönen gençler okudukları ülkenin bilgi birikimini, kültürünü memleketlerine taşıdıkları gibi bulundukları her yerde gönüllü temsilciliğini de yaparlar. Bunların devlet bürokrasisinde, akademik hayatta ve serbest sektörde önemli yerlere geldiklerini düşündüğümüzde meselenin önemi de daha iyi anlaşılacaktır. Küresel ölçekte insiyatif alan bir ülkenin “ince güç”ü (soft power) olmadan yaptıklarının kalıcı olamayacağı hatırlanmalıdır.
Türkiye devletler muvâzenesinde artan etkisine paralel böylesine gönüllü temsilcilik yapacak kadrolardan önemli ölçüde yoksundur. Zira ülkemizde okuyan 18 bin civarında yabancı kategorisindeki öğrencinin kahir ekseriyeti Türkî Cumhuriyet’lerden gelmektedir.
Bugün Malezya gibi İslâm dünyasının periferisinde kalan 27 milyonluk bir ülkede 100 binin üzerinde yabancı öğrenci bulunmaktadır. Ve devlet bu sayıyı artırmak için özel gayret göstermektedir. Küçücük Singapor bile Asya’nın önemli bir eğitim merkezidir. Her ülkeden öğrenciye ve akademisyene kapılarını açmış bulunmaktalar.
Oysa ki Türkiye Asya ve Avrupa’yı coğrafik ve kültürel anlamda birbirine birleştiren bir ülkedir. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’nın bir parçasıdır. Karadeniz ve Akdeniz üzerinden kıtaları birbirine bağlamaktadır.
75 milyonluk yıldızı parlayan bir merkez ülkenin, Türkî Cumhuriyetler’den gelen öğrencileri saymazsak, birkaç bin yabancı öğrenciye sahip olması ne “derin stratejisine” ne “tarihî sorumluluğu”na ne de “gelecek perspektifi”ne uygun düşmektedir.
Aslında Türkiye’ye ilgi yok değil. Hele bugünlerde inanılmaz bir ilgi var. Sorun bizim cenahta. Türkiye’yi uzun yıllar içe kapatarak yönetenler, eğitimi de içe kapatmışlar. Devlet ideolojisini korumak adına üniversal olması gereken üniversiteleri, dışarıdan gelebilecek irtica gibi mevhum ideolojik tehditlere karşı koruma dürtüsüyle yapmışlar bunu. İçeride de kapıları kendi halkının bir kısmına yani başörtülülere kapatmışlar!..
Bu katı ideolojik endişelerden dolayı da üniversitelerimiz uluslararası üniversiteler çapında yapılandırılmamıştır.
Yurt dışına eğitim için hicret eden gençler eğitim aldıkları ülkeye ekonomik bir girdi ve gönüllü temsilcilik sunmalarının yanında, bunlar arasından yetişen bilim adamları ürettikleri bilimle de üniversitelerine itibar kazandırmaktadır. Üretilen bilgi de doğal olarak gelip o ülkenin bilim çanağında toplanmaktadır.
Kısacası farklı ülkelerden gelmiş cins beyinler ürettikleri bilimle ülke kalkınmasında bir motor gücüne dönüşürler. Meselâ ABD’nin sosyal, askerî ve teknolojik alanlarda bilimdeki öncülüğünde eğitimle sağlanan “beyin göçü”nün katkısı çok büyüktür.
Yerimiz yok, bu meyanda söylenecek söz ise çok. Ancak meramımız anlaşılmıştır sanırım. Türkiye, uluslararası karakterde yeni üniversiteler kurmak ve varolan bazı üniversiteleri de aynı minvalde yeniden yapılandırmak zorundadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.