Cevher İlhan

Cevher İlhan

AB’de “dananın kuyruğu…”

AB’de “dananın kuyruğu…”

Türkiye’nin 2010 AB İlerleme Raporunda yine demokrasi ve özgürlüklerin noksanlığı vurgulanmakta. Önceki “ilerleme(me) raporları”nda olduğu gibi, AB’nin çokça üzerinde durduğu sivil otoritenin etkinleştirmesi açısından, bütçe dışı askerî fonların Meclis tarafından denetlenmesinde ilerleme sağlanamadığı belirtilmekte.

Yolsuzluklar bilânçosuna dair dosyaların bu denli arttığı süreçte, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün ölçümlerine göre Türkiye’nin 178 ülke arasında 56. sırada yer almakla yolsuzluktan sınıfta kaldığı ikaz edilmekte.

Ne var ki AB’nin bu ikazı yaptığı günde, hükûmetin Meclis’te Sayıştay’ın askerî harcamalarının yanısıra, kamu idarelerinden kuruluşlara, belediyelerden sosyal devlet kurumlarına, kamu şirketlerinden müesseselere kadar bütün devlet harcamalarını “denetleme dışı”nda bırakmakta…

Keza Türkiye’nin demokratik kurumlarının düzgün işleyişine güveni güçlendirme fırsatı olarak görülen “Ergenekon soruşturması”nda, şüphelilerin yakalanmaları ile iddianamelerin mahkemeye sunulması arasında yaşanan zaman farkının etkin adlî güvenceler konusundaki kaygıları arttırdığı, bilhassa iki yıla yaklaşan ve hâlen uzatılan tutukluluk sürelerinin bu denli sürmesinin hukuk ve adalet duygusunu zedelediği uyarısı da dikkate değer…


ANKARA KRİTERLERDEN KAÇIYOR

AB’nin nazara verip Ankara’nın öteden beri ötelediği bir diğer konu ise siyasetin demokratikleşmesi için siyasî partiler ve seçim yasasının demokratik standartlara göre düzeltilmesi.

AB’ye taahhüd edilen ve ilerleme raporlarında siyasî partilerde genel merkez sultasının kaldırılarak halkın kendi temsilcisini seçme hakkının sağlanması için, hâkim tescilinde ve nezâretinde kayıtlı seçmenin önseçimiyle oluşan aday listelerine seçmenin “tercihli oy” kullanabilmesinin sağlanması. Genel merkezlere yüzde 3, en çok yüzde 5’lik bir kontenjanın tanınması. Keza temsilde adalet”in temini için yüzde 10 seçim barajının AB ülkelerinde olduğu gibi yüzde 5’e çekilmesi.

Ancak Türkiye’nin demokratik gelişmesine ve siyasetin altyapısının güçlendirilmesine zemin hazırlayan bu kriteri de AKP iktidarı görmezden gelmekte. Her fırsatta demokrasi ve özgürlüklerden dem vuran Başbakan ve iktidar partisi sözcüleri, yüzde 47 oyla Meclis’in yüzde 65’ini doldurmanın yanlışlığına ve 2002’de olduğu gibi seçmenin yüzde 48’ninin Meclis dışında kalmasına bakmadan bu öneriyi reddetmekteler. Seçim barajının tâdili ve siyasî partiler ve seçim sisteminin düzeltilmesi çağrılarına,“Türkiye buna hazır değil” diye tamamen oy hesâbıyla kesip atmaktalar…

AB’nin bütün ilerleme raporlarında ısrarla istediği ve AKP hükûmetinin yapmadığı bir diğer husus, dokunulmazlıkların “kürsü dokunulmazlığ”ıyla sınırlandırılması.

Temelde yolsuzlukları önünü kesebilecek ve siyasette kaliteyi öne çıkaracak standartlardan kaçan siyasî iktidar, Başbakan’dan birçok bakana, başta iktidar partisi olmak üzere çeşitli partilerden milletvekilleri hakkında önemli yolsuzluk iddiaları ve dosyaların bulunduğu vasatta, topyekûn siyaseti muallel hale getirip şâibe altında bırakan bu bataklığı kurutmaya yanaşmamaktalar…


ANKARA BAHANE Mİ ARIYOR?

Diğer yandan müzâkere sürecinde AB’nin dikkat çektiği en önemli noksanlık, “basın özgürlüğü”nde Türkiye’nin vaziyeti. Türkiye, refah ve kişi özgürlüklerinde sınıfta oldukça düşük notla sınıfta kalıyor.

“Legatum Institute” adlı uluslar arası düşünce kuruluşunun “2010 Refah Listesine”nin ifade özgürlüğü, toplumun farklılıklara olumlu yaklaşımı ve hoşgörü gibi faktörler değerlendirildiği kişisel özgürlük kategorisinde 95’inci sırada olması, AB’nin bu tesbitini teyid ediyor.

Türkiye’nin Etiyopya, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Zimbabve grubunda geride kalması, inanç ve düşüncelerinden dolayı yargılanan, ceza alan ve hapiste bulunan gazetecilerin sayısıyla ortaya dökülüyor. Önemli bir kısmı askerî makamlar ve siyasetçilerin gazetecilere 4 bin 91 dâvâ açılması, “siyasî saldırı”, sansür ve otosansür baskısı bunun göstergesi.

Gerçek şu ki düşünce ve ifâde özgürlüğü, beş yıldır süren tam üyelik müzâkere sürecinde 35 başlıktan 13’ünü açtırabilen ve ancak bir başlığı kapatabilen Ankara’nın AB kırılganlığını su yüzüne çıkarıyor. Adalet Bakanı Ergin’in, gelinen noktada “Basın ve ifade özgürlüğünde eleştiriler var” demesi bunun ikrarı. Ve tam bu vasatta, “Atatürk’ten beri hiçbir liderin yapmadığı kadar, ulusuna damgasını vurdu” diye öven İngiliz haber ajansı Reuters’a konuşan Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin birliğe üyelik için yürütülen 35 müzakere başlığından sadece birini tamamlayabildiğini” söyleyip âdeta başarısızlığı itiraf ediyor; “1.5 yıl sonra müzakerelerde gelinecek noktada dananın kuyruğu kopacak” diye konuşuyor.

Cumhurbaşkanı Gül, AB içinde Truva atı işlevini gören İngiltere’de, “Başlıkları biz açarız, biz kaparız” diye AB’e örtülü rest çekiyor. AB’den sorumlu Devlet Bakanı ve Başmüzâkereci Bağış da “Türkiye’nin gün geçtikçe AB’ye ihtiyacı kalmıyor” cümlesini kullanıyor.

Peki neden? AKP iktidarında Ankara, AB treninden atlamak için bahane mi arıyor? “Dananın kuyruğunun kopması”nı şimdiden seslendirmenin anlamı ne?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cevher İlhan Arşivi