Diyanetin siyaseti
Dün arefeydi, dinî bir mevzu olarak Diyanet’i yazdık. Bugün Kurban Bayramı... Bu bayramda en çok konuşan ve konuşulan kurumumuzu, Diyanet’i yine yazmaktan başka çare yok.
Cumhuriyet’ten sonra, hemen sonra değil ama Hilafet ilga edildikten ve Şer’iye vekaleti de kaldırıldıktan sonra bir Diyanet Teşkilatına vücut verilmeyebilir miydi?
Madem ki devlet laik olacaktı, verilmeyebilirdi... Tabii o zaman Anayasa’da devletin dini vardı “din-i İslâm”dı ve resmen laik değildi. Ama geleceğe yönelik tasavvurları olan bir liderlik Diyaneti de kurmayabilirdi.
Esasen bu laikliğe de aykırı durmazdı. Devlet dinden elini çekmiş olurdu.
İki sebep akla geliyor. Birincisi tarikatların dini merci olarak kendi kurumlaşmışlıkları ile öne geçmesi.
Tekke ve zaviyeler 1925’in sonunda kapatıldı.
Cumhuriyet açıkça dini men etmedi. Kurumlaşmış varlığını ortadan kaldırdı veya dönüştürdü. Men etmek yerine kontrol altında tutmak istedi. Diyanet bu siyasetin teşkilatı idi.
İlk reis, M. Kemal Paşa Ankara’ya geldiğinde, yani 27 aralık 1919’da onu karşılayan Ankara Müftüsü Börekçizade Rifat Efendi oldu. Rifat Efendi, aynı zamanda Ankara Müdafaa-yı Hukuk reisi idi ve Paşa’ya Ankaralılar adına yüklü bir meblağ da verdi.
Rifat Hoca’nın biyografisine bakanlar onun ölene dek Diyanet Reisi olarak kaldığını görürler.
Türkiye Cumhuriyetinde hiç bir makamın riyaseti 17 sene bir faniye tevdi edilmemiştir. (Fevzi Çakmak Paşa hariç! O da Rifat Efendi gibi kritik bir kurumun, Genel Kurmay’ın başına getirilmiş, hocadan daha fazla bu makamda kalmış, ama emekli edilerek görevi sona erdirilmiştir, 1944’de)
Diyanet’de bunun yapılması “emniyet” icabıdır. Rifat Efendi emin bulunmuştur. Din işleri ona emanet edilmiştir. Hatta bir ara, Ankara çapında da olsa “siyaset” de ona emanet edilmiştir, Cumhuriyet Halk Partisi’nin il başkanı yapılmıştır.
(Gel de üzülme! Aynı partinin bugünkü İstanbul il başkanı meşhur artist “diyanet” kelimesine Fransız kalarak “dinayet” diyebilmektedir!)
2. Diyanet Reisi Şerefeddin Yaltkaya’dır...
Şerefeddin Efendi de ulema silkindendir. Sonradan profesör olmuştur. Bütün bunlara ilave olarak, 1938 yılı 11 kasımında çok mühim bir vazife ifa etmiştir.
Şerefeddin Yaltkaya, İstanbul’da müftü ve çok sayıda namlı hoca bulunmasına rağmen, Atatürk’ün cenaze namazını Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde orada bulunan hizmetlilerin ve erlerin oluşturduğu küçük bir cemaate kıldırıvermiştir!
Rivayete göre, ibadet dili türkçeleştirildiği için, namaz bitince “esenlikler size” diye sağa ve sola selam vermiştir!
Atatürk’ün cenazesi mühim! Çünkü o zamanki devlet erkânı Atatürk’e dinî bir merasim yapılmasını gerekli görmemektedir! Tamamen laik bir defin üzerine program yapılmıştır. Nitekim resmi programda cenaze namazı asla yer almaz.
Hatta Celal Bayar’ın cesedin gaslini, yani yıkanmasını da gerekli görmediği söylenir. Çünkü Atamız temizdir!
Bir taraftan Makbule Hanım (kendileri aynı soyadını taşımamakla beraber Atatürk’ün bacısı olurlar) diğer taraftan cenaze merasiminin yönetimi ile vazifelendirilen Fahreddin Altay Paşa, cenaze namazında ısrar ederler. Hatta Paşa eğer cenaze namazı kılınmayacaksa, görevden affını ister.
Buyrun cenaze namazına!
Bir de düşünün ailesi ısrar etmese, Fahreddin Paşa bastırmasa, Atatürk’ün cesedi namazsız niyazsız defnedilecekti! Bunun gelecekte ne gibi problemler doğurabileceğini o zamanın siyaset mevkiinde olanlar idrak edememişlerdir. Celal Bayar bile! Malum kendisi Milli Mücadele’de hoca kisvesi giyinerek gizlenmiş, hatta bazı köylerde “Celal Hoca” olarak imamlık yapmıştır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.