Bayram’da ‘Beş Minare’

Bayram’da ‘Beş Minare’

Türkiye’de neredeyse her meselenin ya da her tartışmanın bir şekilde dinle irtibatı kurulabilir. En azından temel meselelerde böyle bir yakınlıktan söz edilebilir.

Modernleşme tarihimizin her aşamasında ‘din’ ya kendisinden medet umulan bir çıkış noktası, ya da değişimin önündeki engel olarak görülmüştür. İmparatorluğun çözülme ve yıkılış sürecinde ‘din’in yeniden yorumlanması, yükselişin yegane yolu gibi algılanırken; cumhuriyetle birlikte ‘din’ modernleşme sürecinde saf dışı edilmesi gereken bir ‘rakip’ olarak görüldü.

***

Sonuç itibarıyla devletin aklının yeniden inşa edildiği dönemde, İslam’la yönetici sınıflar arasında ciddi bir mesafe girdi. Bu mesafenin ortayı çıkardığı boşluğu doldurma konusunda iddialı olanlar, ne boşluğu doldurabildi, ne de milleti değerlerinden ‘arındırma’ konusunda ciddi mesafe alabildi. Aksine; milletin kendi değerlerini olağanüstü bir çabayla koruma ve devam ettirme çabası, eninde sonunda ‘devlet aklı’nın yeniden tarif edilmesini bir ihtiyaç haline getirdi.

Türkiye’nin modernleştikçe ‘din’den ve onun getirdiği engellerden kurtulacağını hayal edenler, uzunca bir süre bunun mümkün olabileceğine inandılar. Şimdilerde ‘Kendi payıma önümüzdeki 50 yıl içinde, tek tanrılı dinlerin “deruni” âdetlerinde epey değişiklikler olacağına inanıyorum.

Bunların başında kurban kesme âdetinin olacağı gibi bir hissiyatım da var. ‘İnsan kurban etme âdetinden vazgeçen insanoğlu, hayvan kurban etme âdetini niye sorgulayamasın?’ diye yazan Ertuğrul Özkök’ün dünyası herhalde ancak böyle anlaşılabilir.

***

Kendisini ‘Beyaz Türk’ olarak tarif eden ve dini ‘babaannesinin müslümanlığı’ ile tarif etmeye kalkışan kesimlerin, ne kurban üzerinde söylediklerini, ne de gelecek tasavvurlarını ciddiye almak mümkün. Yıllar yılı bu alanda üstad kabul edilen Şerif Mardin’in, yazdıklarının yüzeyselliği ve hakikatı kavramaktan uzaklığı bir yana, ahir ömründe kendisini nasıl ‘taraf’ ilan ettiği ve dine ve dindarlara yönelik öfkesini kontrol edemediği hatırlanırsa, eninde sonunda bu işin nereye varacağı konusunda bir fikrimiz olabilir.

***

Öte yandan bu türden algılara, kavrayış fakirliklerine ve yüzeysel bakış açılarına kendi elimizle nasıl destek verdiğimizi de sorgulamakta yarar var. Bayram vesilesiyle uzun zamandır görüşmediğimiz birkaç dostla sohbet ederken konu dönüp dolaşıp ‘New York’ta Beş Minare’ filmine geldi. Mesleki meraktan çok, hane halkının isteğiyle gösterime girer girmez seyrettiğim bu filmle ilgili birşeyler yazmamak için uzun süre direndim.

Pek başarılı bulunan ‘aksiyon’ sahneleri, Mustafa Sandal’ın inanılmaz başarılı oyunculuğu, Mahsun Kırmızıgül’ün kendisini ürkütücü derecede kaptırdığı işkence sahneleri, yabancı oyuncuların saygıyla karşılanacak profesyonel ciddiyeti vs. Bunlara bir itirazım yok.

Lakin onun ötesinde söyler misiniz, ortada ciddi bir hikaye var mı? Bu nasıl berbat bir kurgudur. İnsan illa da dinle ya da hoşgörüyle ilgili bir mesaj verecekse, bunu abartıp köpürtmeden yapamaz mı? Bariz hataları bir kenara bırakıyorum, hiç olmazsa senaryoyu bu işlerden anlayan birilerine bir kez olsun okutmak bu kadar mı zor?

Samimi olarak şu düşüncemi de paylaşayım. Bu filmin Hocaefendi’yi anlattığını söyleyenler, en büyük haksızlığı ona yapıyorlar. Fethullah Gülen’i anlattığı iddia edilen bir filmin, bu kadar sıradan olmasına, cemaatle bağı olmayan birisi olarak gönlüm razı değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi