Serdar Arseven

Serdar Arseven

Öğretmen, imam... Vatan borcu!..

Öğretmen, imam... Vatan borcu!..

Eğitim “Ordu”muzun günü kutlu olsun; kendisini “ilme” adayan bütün öğretmenlerimin ellerinden öper, saygılar sunarım.
Başlıkta yer bulan diğer kardeşlerimize yani “imamlarımıza” has bir gün yok galiba; neyse bu vesileyle onlara da hürmet ve muhabbetlerimi göndermiş olayım.


Özde aynı mesleği icra eden bu iki kesimin sıkıntılarına ve bu arada şöyle hafiften bir askerlik mevzuuna değinelim dedim.


Hükümet iyileştirmeler yapmaya çalışıyor ama öğretmenin hali hiç de parlak değil; para pul durumları zaten berbat, bir de gittikçe artan “çeteleşme” eğiliminin sıkıntısı var.


Geçtiğimiz günlerde Ankara’nın merkezi semtlerinde görev yapan bir grup öğretmeni dinledik, hafiften uyarılan öğrenci, “karizmam çizildi” hıncıyla çetesini toplayıp yol bekliyormuş.


Öğretmen eğitim camiasının en zayıf halkası; gayesi kalmamış, okula da kerhen devam eden böylesi gençler için “uzaklaştırma cezası”nın caydırıcılığı olmadığından ve “Hocaya kafa tutmak” grup arasındaki itibarı tırmandırdığından bu tür vakalar gittikçe artıyormuş.


E tabii, “Çocuklara Kur’an yasağı” koyar, taşları bağlayıp köpekleri serbest bırakırsanız köşeleri tutarlar böyle!..


Efendim bir başka dert:


Devlet desteği yeterli gelmediğinden öğrenci takımından “habire isteme”ye mecbur edilmek de öğretmene zül gelmekte. Bir “Âlim”, “idare” adına bir nevi “dilencilik” yapmış oluyor.


Yapmasa?.. Virân olası hânede evlâd-ü iyâl var!..


Tıpkı öğretmen gibi, yaptığı iş son derece önemli olmakla birlikte memurîn takımının dip tarafında bulunan “İmam”a da bir dokun bin ah işit.


Onlarda da, “idare” adına para talep etmekten tutun, cami derneği yönetimleri ile “papaz” olmaya kadar ne dert ararsan var.


Biri dedi ki bana; “Abi, Tekel işçisi olsak Kızılay’ı işgal edip sesimizi dünyaya duyurabilirdik. Lâkin cami işçisi olunca her türlü eylem devlet katında ‘suç’, vatandaş gözünde de ‘günah’ oluyor. Sen bize bir akıl ver, ne türden eylemler yapabiliriz?..”


Haydaaa... Ne diyeceksin şimdi; “Namaz yavaşlatma eylemi” mi tavsiye edeceksin?


Tereciye tere satmak bizimkisi, “Bolca sabır” tavsiyesinde bulunduk.


Ne tuhaf bir sistem; öğretmeni mahkûm, imamı mahkûm.


Ağlanıp sızlanmakla olmayacaksa eğer, bir şeyler yapmak gerek.


Bizim katkımız kalemin kuvvetince.


İmamın ve öğretmenin ortak problemi şu cümlelerde:


“Adamı alıyorsun, doğru askere. Maaş da kesiliyor. Çoluk, çocuk ne yer ne içer düşünen kim. Tamam askerlik vatan görevi de imamlık, öğretmenlik değil mi?..”


Evet, öğretmenlerin bir bölümü “yedek subay öğretmen” olarak bir haktan faydalanıyor.


Ancak çok büyük bir kısmı, “aslında uzun” olan “maaşsız kısa dönem” uygulamasından dolayı çok zor durumda kalıyor.


İmamların durumu ise hepten sakat. Buradan bir çağrı olsun.


Ey iktidar; polis memurlarına “görevde” ve “maaşlı” askerlik yolunu açmakla iyi yapıyorsun.


Bir de ilave; “vatani görevini yapmakta olan” polisin maaşının takriben üçte birini kesmesen çok daha iyi edersin.


Bu yazının esas mevzuuna gelince. Çağrım şu, Ey iktidar:


Nesiller yetiştiren öğretmenleri ve imamları unutma!..


Onların silahları yoksa da; bütün silahlardan daha etkili olan “ilimleri”, “kalemleri” ve dahi “tesbih”leri var.


Öğretmen, imam açığı da malûm.


Ve asker açığı da yok; o kadar yok ki birçok Mehmet’i “garson” olarak değerlendiriyoruz.


Bu arada “paralı askerlik” de geliyor,


“Bu işi parayla yapandan fedakarlık beklenmez” diyen de halt etmiş.


Ne yani, askerliği “maaş ve artı bir dolu özlük hakkı” ile ifa eden generallerimiz, subaylarımız, ast subaylarımız, uzman erbaş ve erlerimiz “fedakârlık”ta bulunmuyorlar mı bu vatan için, bu “ilkeler” vesaire için.


Demem o ki, bütün imamlar ve öğretmenler de askerliklerini, işlerinin başında iken ve de maaşlarından herhangi bir kesinti olmadan ifa etsinler.


Namaz kılana “Askerlik de ibadettir!” diyen ruh, “Öğretmenlik ve İmamlık da vatan borcudur!” diyemez mi?..


Öğretmene ve imama “askerlikte kolaylık” , iyi bir “seçim” hediyesi olur.


“Başöğretmen” unvanlı Atatürk’ün ruhunu da şâd etmek de cabası.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi