“Müslüman Modernist” kime denir?
Çok kullanılan ama herkesin meşrebine göre yorumladığı bir kavramdır, “modernist”. Böyle olunca da “Müslüman Modernist kime denir?” hususunda bir görüş birliği yoktur. Öyle ki, bazen ömrünü moderniteyle mücadeleye adamış insanlar bile bu ithamdan kurtulamazlar.
25 Kasım tarihli Zaman Gazetesi’nden Ahmet Kurucan Hoca’nın “Fıkıh, fakih ve modernist” başlıklı yazısını okuyunca kendi kendime; “Bazen ehil insanlar bile ‘modernist’ tanımlamasını yanlış yapabiliyor, hem de bir yanlışı tashih etmek üzere”, dedim.
Yazısının girişinde Ahmet Hoca haklı olarak; “Yaşantısı ve ortaya koyduğu eserlere bakınca usul ve furuda bir mezhebe bağlılığı inkâr edilemeyecek sahasında uzman bazı ehli ilme, bazıları modernist diyorlar” diye itiraz ediyor.
Bu haklı girişten sonra konuya yanlış bir girizgah yapıyor ve şöyle diyor:
“Her şeyden önce bu türlü suçlamalar bugünün problemi değil. Dünün de problemiydi, yarının da olacak. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Kanuni döneminin Şeyhu’l İslam’ı Ebu’s Suud Efendi, Muhammed Birgivi’ye göre modernistti. Çünkü Ebu’s Suud, para ve menkul vakıfların vakfına, örf ve âdetin değişmesini gerekçe göstererek cevaz vermişti; halbuki bu Birgivi’ye göre kat’i surette şeriata aykırı ve haramdı. Mecelle’nin mimarı Ahmet Cevdet Paşa çoklarına göre modernistti. Çünkü o, Mecelle’de Hanefi mezhebinin müfta bih olmayan görüşlerine de yer vermişti.”
Bu analizde yanlış olan husus, modernitenin tarihsel bir dönem olarak algılanmaması ve modern olmayan dönemlere de teşmil edilmesidir.
İslâm dünyasının moderniteyle tanışmadığı bir dönemde ve hatta modernitenin anavatanı Avrupa’da bile modernite ortaya çıkmamışken nasıl oluyor da 1490-1574 yılları arasında yaşamış Şeyhu’l İslâm Ebu’s Suud Efendi, Muhammed Birgivi’ye göre modernist olabiliyor?
Oysa modernite 1630 yılı sonrası “yeniden doğuş” ve “diriliş” anlamına gelen Rönesans Hareketi olarak İtalya’da; kadîm Yunan ve Roma sanatına dönüş hareketiyle başlamıştır.
17. asırda Akıl Çağı, 18. asırda Aydınlanma Çağı ve 19. asırda ise İdeolojiler Çağı olarak devam eden tarihsel sürece verilen addır modern dönem.
Kimi düşünce tarihçileri, 1630-1940 dönemleri arasını modern ve sonraki dönemi de postmodern diye tanımlamaktalar. Ancak dünya coğrafyasının büyük bölümünün hâlâ modern dönemi idrak etmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Meseleye geri dönecek olursak, Ebu’s Suud Efendi değişken hayat karşısında alışık normların dışına çıkarak yeni fetva verebilir. Zaten fetva İslâm ilmî geleneğinde değişken hayatı sâbiteler perspektifinden muradı ilahi çizgisinde ve üzerinde ittifak edilmiş bir usûl çerçevesinde yeniden yorumlamaktır.
Bundan dolayı yeniliklere açık olmak, merkezî kriterlere bağlı kalarak yeni fetvalar vermek asla modern olmak anlamına gelmez. Zira içtihat geleneği Hz. Peygamber (sas)’le başlamış ve bizzat O’nun tarafından ehil sahabelere öğretilmiş bir müessesedir. Efendimiz bütün müçtehitlerin efendisidir. Onun yolunu izleyen müçtehit imamlar da her dönem yaptıkları içtihatlarla İslâm fıkıh mirasının sınırlarını genişletmişlerdir.
Modernitenin sert çekirdeği “mutlak yenilik” olsa da, buradaki “yenilik” paradigması tamamen seküler olan din ve gelenekten bağımsız bir yeniliktir. Bu yüzden içtihat faaliyetini modernizmle yaftalamak asla doğru değildir.
Müslüman modernistler, İslâm’ı modern veriler perspektinden ele alan, ret ve kabullerinin esasını modern referanslara göre tayin eden kişilerdir. Bu bilinçli bir tercih olabileceği gibi, nesnellik ve akılcılık adına farkında olmaksızın alınabilecek bir pozisyon da olabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.