Şimdi de polis suçlu!
Herhalde muhalefetin suçlanacak hali yok ya. Polis suçlanacak ki arkasından İçişleri Bakanı, onun da arkasından ülkenin Başbakanı...
Öyle olmalı, köylü suç işleyecek muhtar sorumlu olacak.
Buna da ancak CHP ile MHP muhalefeti denir.
Ne olmuş ki Başbakan suçlanıyor?
Olayın önce bir tanımını yapalım.
5.12.2010 tarihinde İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda sayın Başbakan’ın rektörlerle yapmış olduğu özel bir toplantıya henüz kim oldukları ve de ne maksatla toplantıya girmek istedikleri belli olmayan kalabalığa görevi gereği polis müdahale ediyor.
Edemez mi?
Hani özel toplantıların ve de özel hayatın dokunulmazlığı vardı?!.
Sayın Baykal’ın yatak odasına kameralar girince özel hayatın ihlali sayılıyor da, ülkenin Başbakanı rektörlerle özel bir toplantı yapınca neden özel sayılmıyor?
Yoksa muhalefet bu kalemde reyon mu değiştirdi?
Veya muhalefetin özeli bir başka özel midir?
Hele de olayı sık sık NTV ekranlarına taşıyarak muhalefete kaşıma fırsatı veren Can Dündar’a ne demeli? Soralım bakalım, NTV’de özel bir toplantı yapıldığı esnada dışarıdan büyük bir kalabalık içeri girmek için yüklense sayın Dündar ne yapar acaba?
Buyurun mu der, yoksa polis mi çağırır?
Veya, topları ateşleyip kalabalığı kendisi mi dağıtmaya kalkışır?
“Polis Vazife ve Salahiyet” yasasını bilmeyenler açıp okusunlar, polisin “dağılın” ihtarına uymayıp da direnenlere polis de güç kullanır.
Türkçesi yaka-paça dağıtır...
Bir an için Cumhuriyet Halk Partili Mehmet Sevigen’in muhalefet gözlüğünü çıkararak soruyu soralım: Bu polis görev yapacak mı yapmayacak mı?
Ekranlarda gördüğümüz manzaralarda sadece polis gaz sıkmıyor, cop sallamıyor; ellerinde pankart olanlar bu pankartların saplarını sopa gibi kullanarak polislere indiriyor.
Hele de bir bayanın polise sopa ile nasıl vurduğunu seyrediyoruz...
Şiddete hepimiz karşı olalım ama Mehmet Sevigen asayişten anlamadığından bilemez veya bilmek de istemez. Toplum olayları bir kıvılcım gibidir, başladı mı nahoş sahnelerle uzar gider. Önemli olan olaylara kimin sebebiyet verdiğidir.
Durduk yerde vatandaşa bir fiske atan elbette ki cezasını çeksin ve lakin polise indirilen sopaların cezası yok mu? Yoksa Başbakan’ın hesabına mı yazılacak?..
Öyle ya, sanki polis devletin değil de Başbakan’ın!
CHP polisin ‘dağılın’’’’’’’ ihtarına kasıtlı olarak uymayan kalabalığa “çocuklar” diye hitap ediyor. Masum gösteriyor. Hele de o çocuklar(!) içerisinde birisinin hamile olması da düşündürücü. Hamile ise mitingde işi ne?
Demezler mi sen hamile misin, mitingci misin?
Görülen odur ki; olay, seçimlerin yaklaşması arifesinde muhalefetin perde arkası bir provokasyonudur. Önce sahneye sürüyor, arkasından da “insan hakları”, “polis devleti” ve de Başbakan’ın suçlamaları geliyor...
Sicil meselesi...
1980 öncesinde bu ülke 5000 gencini sokağa kurban verdi.
O yıllarda CHP ile MHP uzlaşmış olsalardı kimsenin burnu kanamayacaktı.
Kanama bir tarafa, anayasa raftan indirildi, halk itildi kakıldı, hazine darbeciler eliyle yağmalandı, demokratik düzen bozuldu, Mamak gibi izi hiç silinmeyecek ekimozlar belleklerde hatıra kaldı. Şimdi de benzeri sahnelere şahit oluyoruz.
Muhalefetin gidebileceği başka yolu var mı?!.
Şu ana kadar haberler iyi değil, yapılan anketlerde önümüzdeki seçimlerde bu iki partinin karavana atacağı yönünde sonuçlar var...
Hırçınlaşmanın bir nedeni de bu.
Hele de MHP’nın barajı aşma tehlikesi olunca sayın Bahçeli ülkücüleri hatırladı.
“Çağırın gelsinler” diyor.
Vakit çok geç olmadı mı sayın Başbuğ? Bu saatten sonra gelirler mi?
Olayın özü şudur:
Dolmabahçe’deki rektörler toplantısını kalabalık bassa, polis de kayıtsız kalsa, bu sefer yine Başbakan suçlanacaktı. Çünkü muhalefetin mantığı ters çalışıyor.
O zaman aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.
Muhalefet iktidarla tepiniyor, arada masum memurlar eziliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.