Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Bu üniversitelerle mi?

Bu üniversitelerle mi?

Sayın Başbakan, Dolmabahçe’de rektörlerle toplanıyor ve demokratik açılım için projeler üretilmesini istiyor.
Sayın Başbakan, isteğinde son derece haklıdır.
Ülkenin gelişmesi için üniversiteler fikir üretmeyecek de Aysun Kayacı mı üretecek?
Üniversiteler yıllardan beri kıldan tüyden konularla uğraşarak enerjilerini boşa harcamışlardır.
25 yıldır üniversiteler, öğrencilerin başının içine değil, dışına bakmayı huy edinmişlerdi.
Toplumun büyük bir kesimi değişim geçirir, toplumsal ve ekonomik gelişme kaydederken, üniversiteler statüko bekçiliği yapmaktadır.
Evet, darbe-sever rektörler artık iş başında değil ve üniversite yönetimleri kıldan tüyden işlerle uğraşmayacak ama mesele sadece kıldan tüyden işlerle uğraşmamak değil. İki önemli husus var üniversitelerde. Birisi, hâlâ üniversitelerde hâkim olan zihniyetin statükocu olmasıdır. Diğeri de, üniversitelerde, akademisyenlerin büyük bir kısmının, yöresinin ve topyekun ülkenin sorunlarından uzak “steril akademisyen” pozisyonunda olmalarıdır.
Daha önce de yazdık... Evi, fakültedeki odası ve derslik veya laboratuarın dışında dünyası olmayan; bulunduğu şehre hiçbir artı değer katmayan “steril akademisyenler” etkin üniversitelerde.
Kimsenin okumadığı, bu ülkeye hiçbir artı değer katmayan, uygulama alanına aktarılamayan binlerce Yüksek Lisans ve Doktora tezi yapılır, on binlerce makale yazılır bu ülkede. Bunların çoğu hayata dokunmaz; hayatta hiçbir kıpırtı meydana getirmez. Buna kendi tezlerimi de dâhil ediyorum haaa!.. İğne-çuvaldız meselesi yani...
30 yıldır bu ülkede bir terör belâsı var... Binlerce insan hayatını kaybetti... Hangi üniversitede, hangi proje üretildi terörün önlenmesi için? Hangi üniversite, terörist ile masum halkı ayıracak hangi projeyi üretip hayata geçirdi?
Birkaç bireysel ve mevzii çalışmanın dışında, üniversiteler terörü bitirecek projeler konusunda, sınıfta kalmışlardır.
Üniversiteler, “hayata dokunacak” projeler üretmek yerine, üniversite içi iktidar kavgasıyla enerji harcamaktadır. Taş gibi(!) YÖK kanunu da yöneticilere arka çıkarsa, olacağı budur.
Bir de üniversitelerin kampüsleşme konusu var.
Artık üniversitelerin tamamı, kampüslerde faaliyet gösteriyor. Bu kampüslerde bir de lojman varsa, akademisyenler, şehirlerden ve toplumdan kopmuşlardır. Kampüslerin etrafı duvarlarla veya dikenli tellerle de çevriliyse; üstelik kampüste bir de çarşı falan varsa, o akademisyen “mekânsal esaret”e mahkûmdur; fakülteden eve, evden fakülteye; dön baba dönelim... Onlara neymiş ülke sorunları, terör, demokratik açılım!..
Meselenin bir de yasa ve imkânlar boyutu var.
Akademisyeni, “büro memuru” olarak gören bir yasa ile hiçbir şey yapamazsınız üniversitelerde. Düşünebiliyor musunuz, bir büro memuru ile bir Profesör, 657 sayılı Memur Kanunu’na tâbidir. Mesai saatleri, yıllık izinler, mazeret izinleri iki grupta da aynıdır.
Kanayan yara, Yardımcı Doçentler meselesini de unutmayalım.
Üniversitelerde, en genç, en dinamik akademik kitle olan Yardımcı Doçentler, özlük hakları ve maaşlar konusunda, en çok mağdur edilen kitledir. Yaşları 30 ilâ 40 arasında olan bu kitle, en fazla üretimde bulunması gereken bir kitledir ama önlerindeki engeller, Yardımcı Doçentlerde çalışma azmi bırakmamıştır.
Anlıyorum... Sayın Başbakan büyük bir ümitle, üniversitelerden demokratik açılım için bir şeyler yapmasını istiyor.
Bu üniversitelerle mi sayın Başbakanım?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi