Ortadoğu'nun müteahhidi kim?
Türk müteahhitleri yıllardır Ortadoğu'da inşaat yapıyor. Özellikle Libya başta olmak üzere Suudi Arabistan'dan Dubai'ye; Cezayir'den Saddam Irak'ına ve son zamanlarda da Kuzey Irak'tan Afganistan'a uzanan bir inşaat sektöründe önemli bir iş hacmine sahipler.
Ayrıca Rusya başta olmak üzere eski Sovyet Cumhuriyetlerinde de Türk müteahhitlerinin büyük bütçeli işlere girdiğini biliyoruz. Hatta uluslararası çapta Türkiye'nin dışa açıldığı nerdeyse tek sektör oldu inşaat alanı.
Özellikle Ortadoğu'da büyük inşaat projelerini gerçekleştiren Türk firmalarının bölgeye girdikleri tarihte siyasi olarak ilişkiler bugünkü gibi "balayı"nı yaşamıyordu. Siyasal olarak sorunlu olduğumuz ülkelerle tuhaf biçimde gelişmiş bu ticari ilişki Türk ekonomisinin nerdeyse can simidi olmuştu. Ticaretle siyasetin ayrı mantıkları, farklı yaklaşım biçimleri olduğu itirazını yapanların bizzat siyasetten anlamadıklarını, hele ekonomi politikten bî-haber olduklarını hatırlatmak gerekir. Dar alanda perakende düzeyinde alışveriş türünden bahsetmiyorsak eğer... Ekonomi politiğin sistemleri kurup yıktığını, Sovyetlerin bu temel tercihten dolayı dağıldığını hatırlatmaya bilmem gerek var mı?
Siyaseten sorunlu, ticareten de sevimli ilişkilerin tipik örneği Libya'dır. Türk müteahhitlerinin kendilerini ispatladıkları, bugün uluslararası ölçekte devleşen firmaların birkaç yüz konutluk inşaatın üstesinden nasıl geleceklerini kara kara düşündükleri dönem... İnşaatçılarımızın Ortadoğu'ya girişi ile Sovyetlerin çökmesi sonucunda belli alanlardaki Türk girişimcilerinin Orta Asya'ya girmesi arasında benzer politik ve sosyal mantık yatıyor. Türk firmalarının Ortadoğu'da bir tür 'eskortluk' işlevi gördüklerini düşünebiliriz.
Libya petrol gelirlerinin zirvede olduğu dönemde on binlerce konut projesiyle toplumun modernleştirilmesi hedeflenmişti. Çölde yarı göçebe ya da geleneksel hayat tarzına sahip Arapların kültürel ve geleneksel yapılarını, hayat tarzlarını radikal biçimde alt üst edecek yeni bir toplum modeli kuruluyordu. Cezayir'de, Tunus'ta kolonizatörlerin kısmi olarak gerçekleştirdikleri geleneksel dokuyu parçalayan modernleşme projesi yeni boyutuyla tekrar projelendiriliyordu. Bu şekilde bölge değerleriyle uyuşmayan hemen hiçbir değerin ve kültürel kodun dikkate alınmadığı, çevre ve insan ilişkilerindeki hassasiyetlerin yok sayıldığı devasa siteler, yeni şehirler kuruldu. Çölün ortasındaki bu modern yapılar sağladığı teknolojik kolaylıklara rağmen kolay kolay benimsenmedi.
Çölde inşa edilen bu büyük konutları, modern şehirleri kuranlar aslında o ülkenin kendi şehircileri, mimarları değildi. Alman, İngiliz, Fransız gibi kolonizatör Avrupalılar o toprakların zenginliklerini tekrar kendi kasalarına akıtacak ekonomik çarkı kurmuşlardı. Bu vesileyle hem bölgeyi dönüştürüyor hem de zenginliği Batıya akıtıyorlardı. Libya'da inşaat yapan bir dostumun aktardığı şu olay bu bağlamda ilginçtir: Almanların hazırladığı bir büyük konut projesinde banyoların dışa bakan duvarları cam olarak tasarlanmış. Ve bu proje aynen geçirilmiş Türk müteahhitlerine uygulaması kalmıştı.
Benzer durum biraz daha farklı düzlemde de olsa Orta Asya'daki, Rusya'daki inşaat faaliyetleri için de konuşulabilir.
İnşaat sektörünün ağır işçilik gerektirmesi Avrupalılar için uygun düşmediği için Türk firmaları çoğunlukla taşeron durumunda girdiler Ortadoğu'ya. Olayın kültürel boyutu olarak; Türk işçisiyle yerli halkın rahat temas kurabilmesi, iletişim sorununu hallettiği gibi doğacak tepkiyi de engelledi. Modernleştirici kolonizatörlerin taşeron firması işlevi gördüler bir yönüyle. Tarihsel olarak Batı dışı toplumların (her çeşidiyle) modernleştirilmesi sömürgecilikten bağımsız düşünülemeyecek bir olgudur. Daha sonra Türk inşaat firmaları kendi projeleriyle bu alana girmeye başlasalar bile yerli olanı dikkate alan özgün bir model üretme kapasitesinden çok uzak olduklarını belirtmeye gerek yok.
Bunun en son örneği TOKİ'nin Cezayir'de gecekonduları dönüştürme projesi çerçevesinde konut inşaatı gerçekleştirecek olmasıdır. Türkiye'de, son 15 yılı aşkın süredir büyük çoğunluğu muhafazakar yerel yönetimler eliyle şehirlerin yeniden kurulma projesinin Bölgeyi dönüştürmek isteyen kolonizatör İtalyanların, Fransızların projelerinden hiçbir farkının olmaması yeterince ürperti vericidir. Üstelik Cezayir örneğinde öncelenen dönüşüm projesi, rejimin kanlı bir iç savaşı göze alarak bastırmak istediği muhalif semtlerdir. Cezayir'in daha temel sorunları erteleyerek gecekonduların modernleştirilmesine yüzlerce milyon dolar ayırması olayın ekonomi politiği hakkında fikir verebilir. Cezayir iç savaşı sırasında, bu ülkeye zırhlı araç ihraç etmemiz tepkilere neden olmuştu. Çünkü bu araçlar kendi halkına savaş açan bir rejimin elini güçlendirdi. Bu gerekçe ile zırhlı araçların satışına karşı çıkanların benzer mahiyetteki dönüşüm projesine destek verilmesi hakkında bir fikirlerinin olup olmadığını merak ediyorum. Bu tavrı; binlerce insana iş kapısı açan, ekonomik darboğazın aşılmasına yardım eden bu tür girişimlere "katı ideolojik gerekçe"lerle karşı çıkmak olarak değerlendirip, değişimi ve ekonominin ruhunu anlamamakla suçlayacakların gür sesini duyabiliyorum.
Bu itirazları kafasında taşımayanlar, görünür faydaları öne alarak neye taşeronluk yaptıklarını fark edemezler. Yoksa birkaç şantiyelik iş alabilmiş girişimciyi suçlamak değil niyetimiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.