Gülerce'nin hatası
PKK lideri Öcalan, yeni konjonktürel yapıya çabuk adapte oldu; gün geçmiyor ki, İmralı’dan yaptığı bir beyanı ya da bir teması konuşulmasın…
Allah var, yoğun çalışıyor. Bir gün devletle temaslarından dem vuruyor, bir gün Gülen hareketi ile temasını anlatıyor.
Görünüşe bakılırsa, kimsenin muhatabı değil o. Resmi söylem hâlâ teröristbaşı olarak adlandırıyor. Bebek katili diye söz ediyor.
Yalnızlıktan sıkılıyor olmalı, bana kalırsa biraz da çok konuşuyor. Gündemde olmak, gündemde kalmak, galiba onun vazgeçemediği bir şey.
Sözde kimse muhatap almıyor; bu nasıl muhatap almamaksa… Veya şöyle söyleyelim: Bir de muhatap alınsa n’olurdu, varın gerisini siz düşünün…
Kendisi devletle görüşmelerini deklare etmekten çekinmiyor. Oysa onun da devletle temaslarını gizlemesi gerekmez mi? Dağdaki eli silahlı adamın kafasına bir gün olsun “Devletle işbirliği yapıyor” sorusu takılmaz mı?
Ama devletin hiçbir erki, bir türlü onunla konuştuğunu kabul etmiyor. Belli ki, gözümüzün içine baka baka bizi kandırıyorlar. Devletin âli menfaatleri, görüşmeyi gerektiriyorsa, şeytanla bile konuşulur; ne var bunda!
Bir taraftan APO’yu cüzamlı gibi izole etmeye çalışacaksın, bununla birlikte, APO ile hasbelkader selamlaşanları bile ‘işbirliği’ içinde olmakla suçlayacaksın ya da böyle bir şeyi ima edeceksin, diğer yandan gizli gizli iş kotaracaksın; işte bu ahlaki değil.
Bu manevi baskı, görüşmesi gerekenleri bile görüşmekten alıkoyuyor. Bana öyle geliyor ki, devletin bir kısım görevlileri bile onunla görüşürken, “Başımıza patlarsa…” korkusu yaşamaktan kendilerini alamıyorlar.
Ben biraz da ironi ile sormak istiyorum; APO ile devletin irtibatta olduğu biliniyor.
Ama asker bile kendileriyle bunun bir ilgisi olmadığını söylüyor. Hükümet zaten bunu kabullenmek istemiyor. Zaman’dan Hüseyin Gülerce hiç eğmedi, bükmedi, fakat onun görüşmesini de cemaat üstlenmedi. Acaba diyorum, “Acaba Devlet adına görüşmeleri Gülerce mi yürütüyor?”
Hüseyin Gülerce, defalarca hata ettiğini yazdı, Hocaefendi’nin bağışlaması dileği ile tövbe üstüne tövbeler etti.
Gülerce iyi niyetlerle görüşmüşse; buna ‘misyonunu abartmak’ denir.
En azından APO’nun Hocaefendi’ye iletmek istediği bir mesajı olmayacaksa veya Hocaefendi’nin nabzını tutmak gibi bir derdi yoksa, niçin kendisiyle görüşsün ki!...
Gülerce, kendisi de kabul edecektir ki, bun anlamsızdır. Ancak nedense, Gülerce’nin ısrarla ‘kendi inisiyatifi ile görüştüğü’ne dair beyanları beni ikna etmemektedir.
Zannımca bu işler şöyle işler: Sen görüş denir. Ama patlarsa, ne sen bize bir şey söyledin, ne biz sana… Yani hem görüşmeniz istenir, hem de faturayı üstlenmeniz… Sizin dava adamlığınız da bunu gerektirir. Hocaefendi’ye laf gelmesindense, zatınıza laf gelmesi yeğdir.
Hüseyin Gülerce, görüşme öncesi istişare etmediğini söylemektedir. Peki, görüşmeyi ve neticeleri de mi paylaşmamıştır? Hatta ne yalan söylemeli, şeytan görüşmenin tek bir karşılaşmadan ibaret olmadığını da düşündürmüyor değil bana. Bu görüşmeden APO da bir mesaj almış olmalı ki, Gülen hareketi ile işbirliği yapmaktan söz edebilmiştir.
Ben samimi olarak Gülerce’yi teskin etmek istiyorum: “Abi bu kadar helak etme kendini. Kanımca, Hocaefendi’nin Mavi Marmara gemisiyle ilgili peşpeşe söyledikleri yanında senin yaptığın hata değil; olsa olsa zelledir.”