Yargıyı yargılamak ve Profesör Haberal (3)
... Anadolu’da bir tabir vardır; “Yaralı kuşa tüfek atılmaz” diye. Sebep: Zavallıcık zaten yaralıdır; uçma, kaçma, bir şekilde kendini savunma imkânı yoktur... Bu söz aslında Anadolu insanının mertliğine de işaret eder. Ben de bir Anadolu insanıyım; bu sebeple olsa gerek başka türlü davranamadım ve bugüne kadar konu hakkında yazmak istediğim halde yaz(a)madım.
Ancak, gördük ki tutsak yani yaralı kuş özgür kuşlardan, yani bizlerden ve dahası kendisini yargılayan hakimlerden de daha sağlam (sağlıklı diyemiyorum, çünkü hastanede yatıyor!), daha kudretli!.. Yani ortada bir zavallı filan yok. Hâl böyle olunca, “orantısız bir güç kullanmış, savunmasız bir insana tüfek atmış gibi olmam” diye bir vicdani muhasebe de yaptım ve yazmaya karar verdim.
...Haberal Hoca’yı tanırım. Van’dan Ankara’ya gelmek istediğimde, ilişkilerinin iyi olduğunu bildiğim bir milletvekili aracılığıyla rektörlüğüne hitaben bir dilekçe göndermiştim kendisine. Daha sonra öğrendim ki dilekçemi eline alıp, alaycı bir edayla sallayarak hastanesindeki öğretim üyelerine göstermiş (o alaycı ve tepeden bakış her zaman üzerlerinde vardı sevgili hocamızın) ve “Heyyy! Bakın çocuklar, taa Van’dan buraya gelmek isteyen biri var!?” demişti.
Aradan çok kısa bir süre geçti. Milli Eğitim Bakanlığına, Yükseköğretimden sorumlu müsteşar yardımcısı olarak atandım. İlk ziyaretime gelenlerden birisi o oldu!!. Bahsettiğim o eski nahoş davranışını bilmeme rağmen hekim olarak ağabeyimiz oluşu, mesleğe yapmış olduğu hizmetler dolayısıyla yine de saygıda kusur etmedik kendisine. Sıkça görüşür olduk. Bu arada Hocanın Ankara yakınlarındaki dinlenme tesislerinde de zaman zaman ağırlandık!..
Sonradan öğrendim ki sayın hocamız diğer işlerde olduğu gibi bu tür işlerde de kusursuzdu! Mükemmel organizasyonlarını gördük. O ağırlamalar sırasında bahsettiğim tesislerde çok sayıda önemli insanla da tanıştık; generaller, eski kuvvet komutanları, eski bakanlar filan. Onlara da personele de “Şaban Şimşek oldu mu ...Tamam, o kadar!” diyordu!.. Yani aramız bayağı iyiydi!? Öyle ki büyük bir gizlilik içerisinde hazırlamakta olduğumuz Yükseköğretim Kanunu’nu bile paylaşıyorduk kendisiyle!.. Ancak, Kara Kuvvetleri komutanlığındaki o meşhur “rektör soslu paşalar yemeği”ne kadar sürdü bu durum. Sonrasında, yukarıdan gelen bir uyarının da katkısıyla ilişkimiz koptu. Doğrusu bizim de aklımız başımıza gelmişti.
...Ergenekon davasıyla ilgili olarak “Bir numara kim” sorusunun sıkça sorulduğu günlerde, “Valla onu bilmiyorum ama bir sonraki dalgada Haberal Hoca alınabilir” diyordum arkadaşlara. Tesislerdeki ilişkilerden, düzenledikleri toplantılara davetli konuşmacıların kimliğinden, çıkardıkları ulusalcı dergilerden vs. hissetmiştim bunu...
Verdiği görüntü çok yönlü olarak hakikaten güçlü idi. Karakter, cesaret, beceri ve yetkinlik olarak da buna müsaitti. Ama yine de, akşama kadar ameliyat yapan, çalışanlarını ve tesislerini askeri bir disiplinle her an denetleye(bile)n, üstüne üstlük akşamın geç saatlerinde de en az yarım saat kulaçlama yüzen Hocanın kendisini tam bir buçuk yıl hastanede tutacak kadar güçlü (“hasta” mı demeliyim yoksa?!) olduğunu doğrusu bilmiyordum!..
Evet, gerçekten otuz yıllık hekimlik hayatımda böyle bir olaya şahit olmadım. Bırakınız bir kalp hastalığı ve bir buçuk yılı, herhangi bir hastanın herhangi bir hastalığı için onun dörtte biri kadar bir zaman bile hastanede yatırılması pek görülmüş şey değildir.
Guinness rekorlar kitabına geçebilecek bir durum yani!
Kısmet olursa haftaya devam edecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.