Huylu huyundan vazgeçmez!
GK Başkanlığımız ilâmâşallah bir madde bağımlısı gibi!
Bir süreliğine dişini sıkıp çenesini tutabiliyor ama sonunda dayanamayıp yine üzerine vazîfe olmayan işlere burnunu sokmakdan kendini alakoyamıyor. Bu ibtilâ kendi “başkumandanı” olan Cumhurbaşkanı Sayın Gül’e laf yetiştirme hadsizliğinde bile ortaya çıkıyor. Sayın Gül’ün “Türkçe resmî dil olmaya devâm etmek şartıyla” Kürdce ve diğer mahallî dillerin “kültürel mîrâs olarak” korunması ve saygı görmesi yolundaki bir beyânı dahî GK’daki iflâh kabûl etmezleri galeyâna getirmeğe yetiyor ve “Başkumandan”a başkaldırma suçunu işlemelerine yolaçıyor.
“Demokratik” sıfatına lâyık her ülkede bunun karşılığı mes’ullerin derhâl görevlerinden azledilmesidir!
Ama Türkiye’de maalesef bir müeyyidesi yok! Daha doğrusu onu uygulayacak özgüven yok politikacılarda!
Oysa bu irâde mevcûd olsa o kendi dayatdıkları anayasaları bile çiğnemekden çekinmeyenlere sorulması gereken sualler sorulurdu!
Meselâ kendi yurddaşlarının dilini, kimliğini ve varlığını “hesab sorma” konusu yapanlardan; 25 Ekim 1985-19 Hazîran 2010 arası yedikleri tam 33 karakol baskınında verilen toplam 357 şehid Mehmedciğin hesâbı sorulabilirdi!
O Mehmedcikleri göz göre göre ölüme yollayan bâzı generallere hangi gerekçeyle madalya verildiği sorulabilirdi!
Meselâ “Heronlar”ın PKK’ya, yâni “bizimkiler” dedikleri tarafa fazla zâyiât verdirdiği için devreden çıkarılmasını isteyen subayların hesâbı sorulabilirdi!
23 Temmuz 1974’de Kıbrıs Harekâtı sürerken “Türk Uçakları” tarafından batırılan “Türk fırkateyni”nin hesâbı ve üstelik hayatda kalabilen altısı subay 42 bahriyelinin niçin bizzat bizim donanmamız tarafından değil de “Mevoot Yam” adlı bir İsrâil korveti tarafından kurtarıldığı sorulabilirdi!
“O mesele 36 yıl evveldi. Şimdi aklımızı başımıza topladık. Donanmayı düzeltdik.” diyenlere ise 13 Ekim 2010 günü Aden Körfezi’nde deniz haydutlarına karşı mücâdele eden filonun sancak gemisi olarak yola çıkan “Gökçeada” Fırkateyninin “bir sandala taarruz ederken” neden karaya oturduğu sorulabilirdi! Yâhut aynı donanmada nasıl olup da teğmenlerin amirallerini öldürme planları yapabildikleri sorulabilirdi!
Yâhut TSK’da “uşak ve hizmetçi” olarak kullanılan 231.000 Mehmedciğin ve bunlardan Silivri’de sanık paşaların papuçlarını temizlemek zorunda bırakılanların hesâbı da sorulabilirdi!
Velhâsıl görülüyor ki TSK dışarıdan müdâhale olmaksızın bizzat kendini ıslâh etme yeteneğine sâhib değildir! Zâten hiçbir müessese değildir! Hele o büyüklükdekiler hiç değildir!
Onun için de daha bir süre dişini sıkma sırası hâlâ “Millet”dedir!
Çünki onların kendilerine biçdiği “taraf” olma pozisyonu su götürür ama Millet’in “taraf” olma pozisyonu aslâ götürmez!
ÖNEMLİ NOT: Sâhibsiz ve korunmaya muhtac hayvanların durumuna dikkati çekmek amacıyla kafeslere girerek onlar gibi fotoğraflarını çektiren ünlü sanatçılarımızın haberini boğazım düğümlenerek okudum ve Mehmet Turgut’un resimlerini de aynı ruh hâletiyle seyretdim.
Bu örnek duyarlık ve davranışları için hepsi önünde saygıyla eğiliyorum!