Yargıyı yargılamak ve Profesör Haberal (4)
Haberal’ın tutukluluk hâli konusunda, etik olarak hem konuşmak gerekiyor hem de konuşmamak!.. Yani, bir insan (üstelik bir meslektaş) sıkıntıya düşmüşse elbette ona yardım etmek gerekir; bu ettiğimiz Hipokrat yemini gereği ve üzerimize farz olan insanlık vazifemizdir. Ama bu yetki bir şekilde farklı amaçlar için kullanılıyorsa, mesela birisine hasta olmadığı halde hasta deniliyorsa o zaman işin rengi değişiyor tabii. Mesleğinizi kötüye kullanmış, hatta şu ya da bu şeyin karşılığı olarak kendinizi kullandırmış, satmış oluyorsunuz çünkü. Bu hekime olan güveni ortadan kaldıran, mesleğe olan saygıyı yok eden bir durum... İşte işin bana ters gelen tarafı bu.
Bu hususta ilgili doktorlar önce bir “sağlam raporu” da vermişler! Benim merak ettiğim şey; bu meslektaşların nasıl böyle bir şeye cesaret edebildiği ve Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, ilgili sigorta kurumu ya da Cumhuriyet savcılığının nasıl buna müsaade ettiği!?
Şimdi soruyorum: Olayın iyi niyetle yapıldığı yani Sayın Haberal’ın haksız yere içerde tutulduğu düşünülse bile, kanunların bıraktığı boşluğu niye biz hekimler dolduralım? Bir yanlışı ortadan kaldırmanın, bir eksiği (varsa tabii!) gidermenin sorumluluğunu niye doktorlar yüklensin?
Yani neresinden bakarsanız bakın devletin işle(me)yiş mekanizması açısından durum (kimse devleti aşağıladığımızı filan söylemesin) hiç de iç açıcı değil. Bir insan ya hastadır ya değildir. Ya içerdedir ya dışarıdadır... Her durumda devletin buna karar verebilecek güçte olması gerekmez mi? Çıkardığı kanunlarla, koyduğu kurallarla bunu beceremeyen ve işi doktorların sırtına yıkan bir organizasyona gerçek bir hukuk devleti denebilir mi?..
...Malûm, Yargı en azından bugüne kadar şu ya da bu nedenle gereğini yap(a)mıyor, yani Haberal Hoca’yı yargıla(ya)mıyor ve sonunda tarihte görülmemiş bir örnekle kendi kendini yargılayarak mahkûm ediyor!?. Yargıtay’ın ilgili dairesinin (ne kadar ilgili, onu da tartışanlar var!) Haberal Hoca’nın tutukluluk halini kaldırmayan hakimler hakkında verdiği para cezası kararını Yargıtay Genel Kurulu onaylıyor!..
Hukukçu olan olmayan herkes şaşkın. Yorumlar muhtelif: Bu “Siz niye tahliye etmiyorsunuz” anlamına gelen bir karardır... Tahliye yetkisine sahip hâkimlerin yetkisine müdahale edilmiştir... Sistemi tıkadınız, yarın davalara bakacak hâkim bulamayacaksınız... Yargı bağımsızlığı yok oldu... filan. Genellikle karar çok olumsuz bulunuyor yani. Aslında kararı doğru bulanlar, hukukun üstünlüğünün işler kılınması ve insan haklarının korunması yönünden çok önemli bir adım olduğunu savunanlar da var ama bunlar azınlıkta. Böyle söyleyenler tahmin edilebileceği gibi Haberal’ın tarafını tutanlar(!), yani daha çok laikçi, ulusalcı kesim!
Şimdi özellikle ilk gruptan olan bir kesim insan bana yine kızacak ama ben diyorum ki; hâkimlere verilen bu ceza, uzun vadede hem yargılananlar (özellikle tutuklu olanlar) hem de yargılayanlar açısından olumlu bir gelişmedir. Geçen haftaki yazı serimizin başında yaptığımız tespitlere dikkat edildiğinde görülecektir ki memleketteki asıl sorun “yargı bağımsızlığı” değil “yargı sorumsuzluğu”dur. Evet, karar verenlerin sorumsuzluğu! (Bu kelimeyi hakaret ifade edecek anlamda değil lâyüsellik manasında kullanıyorum).
Netice ve yeni oluşan durum şudur: Yargıtay Genel Kurulunun Haberal’ı yargılayan hâkimlere verilen cezayı onamasından sonra (Bu kararın hukukiliği ve de tarafsızlığı elbette ayrı bir konudur) yargıçlar, savcılar gördükleri davalarla ilgili olarak yine mevcut kanunlar çerçevesinde kendi kararlarını verecekler ama verdikleri kararın da hesabının sorulacağını bilecekler...
Bu karar, kanımca yargı bağımsızlığına halel getirecek bir gelişme değil. Sadece, karar vericiler, bu yazı serisinin ilkinde, benim bir sivil vatandaş olarak sorumluluk duyduğumu belirttiğim beş maddeden en az birine (daha) uymak zorunda kalacaklar o kadar. Bu da, biraz düşünüldüğünde hem onlar için hem de yargıladıkları insanlar için kötü bir şey olmasa gerek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.