Anlamamazlıktan gelmek!..
Konumuz nükleer teknoloji. Efendim, bildiğiniz gibi rezervleri mahdut olan petrol ve doğalgaz kaynaklarının alternatifi olarak düşünülen ve temiz kaynaklar olarak da adlandırılan güneş ve rüzgardan elde edilebilecek enerji, dünyanın gittikçe artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek hususunda pek de ümit verici bir durumda değiller.
Nükleer enerji, birtakım riskleri olsa da, günümüzün ve geleceğin enerji kaynağı olarak olağanüstü bir önem taşımakta.
Bu enerji çeşidi ile ilgili problem ise, nükleer enerjinin elde edilmesinde kullanılan teknolojinin aynı zamanda oldukça tehlikeli bir başka işe, yani nükleer silahların yapılmasına da yarıyor oluşu.
Nükleer teknolojiye -ve tabii ki nükleer silahlara da- sahip olan bazı ülkeler, henüz bu teknolojiye sahip olmayan ülkelerin nükleer silahlar da yapabilecekleri endişesini bahane göstererek, bu teknolojinin fazla yayılmaması gerektiğini düşünüyor ve bunun için de Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve Nükleer Silahların Sınırlandırılması Anlaşması gibi mekanizmaları kullanıyorlar.
Ancak, görünürde dünyayı nükleer silah belasından korumak adına atılan adımların, esas olarak nükleer teknolojide tekel oluşturmak ve ihtiyaç duyan ülkelere bu teknolojiyi çok yüksek fiyatlara satmak için kullanıldığı kanaati de oldukça yaygın.
Türkiye'nin iç ve dış politikada en önemli aktüel meselelerinden birisi İran'ın nükleer teknoloji macerası.
İran nükleer teknolojiye sahip olmak için çabalarken, nükleer kulüp üyesi ülkeler bu çabaları baltalamak için yürüttükleri çalışmalarda Türkiye'yi de yanlarında görmek istiyorlar.
Bölgede nükleer silahlar olmaması gerektiğini düşünen Türkiye ise, İran'ın nükleer silah sahibi olmasına karşı olsa da, enerji üretebilmek maksadıyla nükleer teknolojiye sahip olma hakkının olması gerektiğini dünüşünüyor ve nükleer kulübün bu yöndeki baskılarına rağmen, gerektiğinde İran lehinde adımlar atıyor.
Mesele basit: Türkiye, bugün İran'ın enerji için nükleer teknolojiye sahip olmasına karşı çıkarsa; yarın aynı teknolojiye kendisi sahip olmak istediğinde, karşısına çıkacak olanlara söyleyebilecek sözü kalmaz...
Geçtiğimiz Cumartesi günü, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun 2010 yılını değerlendirdiği toplantıda idik.
Sadece geçen yılı değerlendirmekle kalmayan Davutoğlu, gerektiğinde tarihin derinliklerine atıflar yaparak felsefi sayılacak yorumlarda da bulundu. Ancak, üç saatten fazla süren toplantının nerdeyse yarısı, İran'la ilgili konuşmalara ayrıldı mecburen...
Medya mensuplarının önemlice bir kısmı, İran'la ilgili politikaları yanlış buluyor ve Türkiye'nin batılı ülkelerle birlikte ve onların arzu ettiği şekilde hareket etmesi gerektiğini ve bunun dışındaki gelişmelerin yanlış olduğunu vurgulamaya çalışıyorlardı.
Türkiye'nin, İran'ın nükleer silaha sahip olmasına karşı olduğunu, ama nükleer teknolojiye sahip olabilme hakkını savunduğunu vurgulayan Davutoğlu ise, bunun İran'la alakalı bir mesele olmayıp, ilkesel bir mesele olduğunun ve esas olarak da Türkiye'nin menfaatlerini savunduklarının altını çiziyordu.
Ülkemiz nükleer teknolojiye ihtiyaç hissettiğinde, bunun için ağır bedeller ödemek zorunda kalmamalı, elbette.
Petrol ve doğalgazı olmayan ülkelerin bunları satın almak zorunda kalması, tamam; ancak nükleer teknolojinin de mutlaka bazı ülkelerin tekelinde kalması ve ihtiyaç hissedenlerin bunlara ağır bedeller ödemesi gerektiğini savunmak, ne kadar doğrudur ki!..
İran'la ilgili gelişmeleri anlamakta güçlük çekenler, hakikaten anlamıyorlar mı; yoksa bulundukları konum gereği, anlamıyormuş gibi yapmaları mı gerekiyor?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.