Konuşmaktan Korkmayalım
Hangi pazarlıkta tuttuğun yerden kesmek vardır ki? Sen bir şey istersin, karşındaki de bir şey ister, makul olanda anlaşma ihtimali var. Anlaşamayıp vazgeçmek de ihtimal.
BDP de pazarlık yapıp duruyor. Yok iki dil, yok demokratik özerklik, yok iki bayrak.
Bunlar işi yokuşa sürmektir. Anlaşmamanın ipe un sermecesi yani. Bu haliyle BDP bu ülkeye gölge ediyor. Hani bir Diyojen çıkar ve “gölge etme başka ihsan istemez” de diyebilir.
Kim olabilir bu?
Bence Kürt sivil hareketine düşer bu öncelikle.
O zaman dut yemiş bülbüle döner. Bunu unutmasın.
Her neyse, BDP bırakın konuşsun. Eteklerindeki bütün taşları döksün. En sonunda “hepsi bu kadar mı?” diye soracağız. Eğer bir gün “evet, hepsi bu kadar” derlerse, başlarız biz de sakin sakin konuşmaya.
Bu zamana kadar her gün yeni bir teklif ile çıktılar. Devlet çoğunu kabul etti sessizce. Onlar istediği için değil, Kürtlerin bu taleplerini haklı gördüğü için kabul etti. Bu, devlet ve hükümet için de sessiz bir devrimdi.
Ama BDP’nin isteklerinin ardı arkası kesilmedi sürekli. Hoş, taleplerinde haklılar ise, varsın istesin. Devlet ve hükümet de varsın versin.
Fakat bu arada Türk kesiminde şöyle bir kanaat oluşmaya başladı: “Yahu adamlar her istediğini alıyor, ama bir türlü vermiyorlar. Biz mi hep vereceğiz?”
Üsluba bakınız, “siz – biz.” Ve dahi şöyle havadan bakarsanız doğru gibi, ama değil.
Neden mi?
Bu zamana kadar hükümetin “verdik” dediği, onların da “aldık” dedikleri zaten devletin vermesi gereken, onların da almaları gerekenlerdi. Aslına bakarsanız onlar istemeden devletin vermesi gerekenlerdi. Onların bu haklarını “ister” duruma düşmeleri bile sistem için bir kusurdu, ayıptı. Zaten çoktan vermesi gerekirdi. Bunu gözden kaçırmayalım lütfen.
Ama dünkü ceberut yönetimler bunu vermedi ise, bugünkü demokratik hukuk devletine talip iktidar bunu kendiliğinden vermelidir. Devlet hala mızmızlanırken, mevcut hükümet şimdi sorun etmeden veriyor işte.
Bunu görmek ve teşekkür etmek gerekmez mi? Bu noktada PKK ve BDP kör ve sağır kesildi, görmüyor ve duymuyor.
Burada sistem için bir kınama varken, hükümet için de bir takdir ve teşekkür olmalı herhalde. Çünkü bu hakları vermek bile bir sürü sıkıntının altına girmek demekti ve bu hükümet bu yükün altın girdi. Bunun bedelini de sağlı sollu aldıkları yumruklarla ödüyor işte. Başarırsa nimetini de yiyecektir elbette. Ama herkes de yiyecek elbette.
Neyse, neler miydi bu verilenler?
Şöyle bir hatırlayalım.
Dün sistem “Kürt yoktur, onlar Türk’tür” diyordu, şimdi bu inkârdan vaz geçti, “Kürt vardır ve eşit vatandaştır” diyor.
Dün sistem Kürtçeyi evde ve sokakta bile yasaklamıştı, Özal ile birlikte bu yasak kalktı. Şimdi Hapishanelerde yasakmış, İçişleri Bakanı bile bilmiyormuş bunu, öğrenince hemen kaldırdı. Mahkemelerde Türkçe bilmeyenler Kürtçe savunma yapıyor artık. Tercümanını da devlet buluyor. Şükür iş o raddeye kadar geldi. Nerden nereye değil mi?
Dün sistem Kürtçe öğrenmeyi kurumlarda bile yasaklamıştı. Bu gün kurslara serbestlik var. Kimi üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı ders olarak görülüyor.
Dün sistem Kürtçe gazete, dergi, radyo, tv. için yasak koymuştu. Bu gün bunlarda da serbestlik var. Şimdi devlet bile “Mem’o Zîn” örneğinde olduğu gibi Kürtçe kitap basıyor.
Dün sistem yer isimlerini değiştirmişti. Bu gün belediyeler isterse eski isimlerini alabilecekler, bunda da serbestlik var.
Dün çocuklara Kürtçe isim yasaktı, bugün serbest.
Bunu gören vatandaş “daha ne istiyorlar? Yetmez mi?” diyor. “Bu kadar istedikleri oldu. Kendileri ne veriyor?” diyorlar.
Ama iyi düşünelim, bunlar gerçekten onların hakkı ise, geçmişte niye verilmemişti ki? Bu haklarını niye yemişlerdi? Bu haksızlığa ne gerek vardı?
Nihayet adam dava etmiş ve hakkını almış, bunda ayıp yok, günah yok. Hatta geçmiş için tazminat istese de hakkı değil mi? Onca yıl bu haklardan niye mahrum etmişler adamları?
Bu yüzden bazılarının “hep biz veriyoruz” demesi doğru değildir. Bu yüzden telaşa kapılmaya da gerek yoktur.
Burada ayıp olan, vebal olan, günah olan bu hakları alacağım diye terör estirmek, kan dökmektir. Dış güçlerden destek alıp, bunun karşılığı olarak onlar yararına ülkede fitne fesat çıkarmak ve zayıf düşürmektir. Bu ayıp ve vebal hala PKK ve BDP’nin boynundadır. Çünkü hak istemenin de bir hukuku, bir usül ve adabı vardır.
Evet, sidik kanla yıkanmaz. Evrensel insan hak ve hürriyetlerini, demokratik özgürlükleri ve özerklikleri isteyenlerin mücadelelerinin de demokratik olması gerekmez midir?
Bu soruya “hayır” demek akıl karı değildir.
Cevap “evet” ise bu terör, bu bomba ve bu kan dökme neyin nesidir?
Bizim diyeceğimiz olsa olsa şu olmalıdır: “Ey Kürt kardeşlerimiz! Zalim sistem geçmişte sizin bazı haklarınızı yemiştir. Ama bunda bizim dahlimiz, kusurumuz, vebalimiz yoktur. Zaten bizim haklarımızı da yemiştir o zalim. Bize de bir kısım haklarımızı yeni yeni veriyor. Burada size bir haksızlık varsa, bunu bizden bilmeyiniz. Biz de sizin gibi mazlumuz.”
Kürtler de bunu anlayışla karşılamalı, kendine zulmeden sistemle Türk ya da başka kökenden gelen vatandaşlarını aynı kefeye koymamalıdır.
Fakat bu dikkat bazen unutuluyor ve bir kısım Kürtler, “sistem bize zulmederken siz sessiz kaldınız, bize sahip çıkmadınız” diye sitem ediyorlar.
Bu iddia ve bu sitem yanlıştır. Çünkü aynı anda onlar gibi Türkler de, daha başkaları da zulüm görüyorlardı ve dertleri başlarından aşkındı.
Şimdi gelelim asıl can yakan isteklere.
Nedir bunlar?
İki dil. İki bayrak. Demokratik özerklik.
Bırakın konuşsunlar. Korkmayalım, endişelenmeyelim. Dünyada hangi pazarlıkta bir taraf her istediğini almış ki?
Bunun da vardır bir çaresi. Fakat yazı uzun kaçacak. Gerisini öbür yazıya bırakalım mı?