Biz Ayrılamayız…
Bizim kuşak Zeki Müren’den çook dinlemiştir:
Eller ayırsa bile
Yollar ayırsa bile
Yıllar ayırsa bile
Biz ayrılamayız…
* * * *
İki dil tartışmalarının alevlendiği şu günlerde, galiba en güzel temenni bu: Biz ayrılamayız.
Birlik dili, dirlik dili…
“Bu güzel temenni, tek başına geçerli bir reçete olabilir mi?”, doğrusu ben de bilmiyorum. Çünkü yılların yaşanmışlığı var ortada. Silahlar patladı, kan aktı; iki taraf da fidan gibi gençlerini kaybetti. Halklar arasında birlikte yaşama istemi ve kararlılığına gölge düştü. Galiba güven de zedelendi.
Birlik dili iyi güzel de, bir de acı yaşanmışlıkların dili olmasa...
* * * *
Buna rağmen, hâlâ Türk-Kürt ilişkileri, ‘etle tırnak gibi’... Ayrılık o kadar da kolay değil. “Aynı bedende can gibi”yiz… Dünyada bunun başka örneği yok. 1071’den beri yaşanan tarihsel arkaplan, iki halkın bir arada yaşamasını değil, ayrılığı imkansız kılıyor. Meselenin iyi tarafı budur. Kürt’ün Türkle olan problemi, Türk’ün Türkle probleminden daha fazla değildir. Uzağa gitmeye gerek yok; Çanakkale Savaşı’nda şehitlerin akan kanıyla sulanan bu topraklarda, ilelebet bizi bir arada tutacak temel harcı karılmıştır.
Ve fakat, belli ki, iyi gitmeyen şeyler var. 1071’den bu yana paylaştıklarımız ve hatta şehitlerimiz… Ortak geçmişle, ortak gelecek inşa edilmiyor. Türklerde ayrılık paranoyası, Kürtlerde asimilasyon endişesi… Bu durumda zaten iki farklı dili konuşmuyor muyuz? Aynı dili konuşmak için, Türkçe konuşuyor olmak yetmiyor.
Sorunlarımıza, yakın geçmişte yaşadığımız talihsizliklere rağmen her şey bitmiş olamaz yine de. Vakit geçmiş değil henüz. Ana dil tartışmaları bir şekilde ‘kazan-kazan’ formülü ile tatlıya bağlanamaz mı? Bunun için gerekli olan tek şey; ister Kürtçe konuşalım, ister Türkçe; ama mutlaka birlik dilini kullanmaktır.
* * * *
İki dilli hayat isteklerini “Bağımsızlık”, “Özerklik” gibi ayrımcı sayılabilecek taleplerden ayrı ve bağımsız ele alabilmek mümkün olsaydı, kuşkusuz çözüm hiç de zor olmazdı. Her şeyden önce Türklerin, “Bu işin sonu nereye varır?” endişelerini, yersiz ‘paranoya’ olarak görmek mümkün değildir. Çünkü mesele kaşınmaya fevkalade müsaittir. Azınlıklar meselesi nasıl yıllar yılı Osmanlı’yı uğraştırdıysa, sömürgeci güçler, içimize ellerini sokmak için bunu fırsat bildiyse, Kürt meselesi de belini doğrultamasın diye Türkiye’nin başına musallat edilmek istenmektedir. Dahası, Türkiye parçalanmadan herhalde Büyük İsrail planları gerçekleşmez. Bunun için, Türkiye’nin parçalanmasını ellerini ovuşturarak bekleyenlerin varlığı sır değildir.
Kürtçe talepleri daha hazmedilmeden ve bir neticeye bağlanmadan, kurultaylar toplayıp özerklik talep edilmesi “Bunların arkası alınmaz, kopmaya kadar gider” endişelerine haklılık kazandırmakta değil midir? Kaldı ki, esasen dil konusu milli birlik ve beraberlikle birebir alakalı olduğu için, bu konuda hassasiyet gösterilmesi, ince elenip sık dokunması kadar doğal bir şey yoktur. Ancak bu hassasiyet, Kürtlerin üzerinde faşist baskıların kurulmasının gerekçesi olmamalıdır. Karı-kocanın birbirini kıskanması, cilvedir; kötü sayılmaz. Ancak abartılmaması şartıyla… Tadında bırakılmayan kıskançlık nasıl yuvanın yıkılması demekse, kıvamını kaybetmiş ‘hassasiyetler’ de birliğin bozulması demektir; ki, kaş yapayım derken, göz çıkarmak buna denir.
Ecdadımız, mozaiği çatlatmadan bir arada tutmanın altın formülünü bulmuştur. İnanç ve geleneklerimiz ve atalarımızdan tevarüs ettiğimiz genlerimiz müsaittir; Kürtlerle Türklerin bir arada yaşamasına ne var; Osmanlı’da kurtla kuzu bile kardeş kardeş yaşadıktan sonra…
Bütün bunlara rağmen dil birliğinin milli birlik açısından önemini yadsıyacak değiliz. Ne ki bunu da çok fazla abartmamak lazımdır. Nitekim aynı dili kullanan Türkler tarih boyunca birbirini yememişler midir? Timur Osmanlı’nın tozunu atmadı mı? Karamanoğulları Osmanlı’ya nice kâbuslar yaşatmadı mı? Ya Şah İsmail’le Yavuz’un birbirlerine ettiklerine ne demeli? Osmanlı, ne Karamanoğullarını ortadan kaldırmadan ne de Şah İsmail belasından (!) kurtulmadan, asla kendini güvende hissetmemiş ve yüzünü Avrupa’ya dönememiştir.
Aynı dili kullanmanın, birlik, beraberlik ve kardeşlik için yeter şart olduğunu söyleyebilmek keşke mümkün olsaydı! Kaldı ki dil dayatması, dil birliğini sağlamaya dahi yetmiyor. Yıllar yılı güya aynı dili kullandık da ne oldu? Gerçekten aynı dili kullanmış mı olduk? Silahların patlaması, kan dökülmesi, aynı dili konuşmadığımızın yeterince kuvvetli bir delili değil mi sizce de?
Ayrı dünyaların insanları ayrı dili kullanırlar; velev ki, Türkçe konuşuyor olsunlar. Esasen dil birliğinden önce niyet birliğine ihtiyaç vardır. Nasıl ki, karı-koca arasındaki ilişkiler bittiğinde, hiçbir şey fayda vermez… Dil çıngıraklı yılan olur; sokar. Her şey batar. Ender rastlanan güzel sözde bile bir ima vardır. İki halk arasındaki ilişki de pek farklı sayılmaz.
Biz iki halk arasında silahların patlamasından endişe edip duralım… Ne demiş atalar, bıçak yarası kapanır, dil yarası kapanmaz. İki ayrı dil tartışmaları umarız asla kapanmayacak olan dil yarasına dönüşmez.
Galiba Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni ve farklı bir konsepte geçerek, dil birliği tezinden din birliği tezine yönelmesinin vakti gelmiştir. Dinimiz bir arada tutmaya yetmezse, dilimiz bir arada tutmaya yeter mi? Allah bizi farklı farklı dillerde yaratmıştır; ama ayrılık için değil. En nihayetinde hepimiz Hz. Adem’in dilini konuşmuyor muyuz?
Yine de aynı dili kullanmayı önemsemiyor değilim ben; fakat gönül lisanıyla konuşmadıktan sonra aynı dili konuşmak ne mümkün!
Bütün bunlardan sonra dil tartışmalarını anayasanın değiştirilemez maddelerine getirip bağlamak psikopata bağlamaktan farksızdır ki, doğru sayılamaz. ‘Yasak kardeşim’ anlayışı artık iflas etmiştir. “Anayasanın değiştirilemez maddeleri…” diye söze başlayanlara şunu hatırlatmak yerinde olacaktır:
Anayasalar toplumsal mutabakatla oluşur. Hangi mutabakat!... Hani nerde?
-Urun haini, konuşturmayın!
Tek çözümünüz buysa; zaten iki dillilik kaçınılmazdır. Karnından konuşmak ya da kuşdili kullanmak… Bu insanların ikinci dili değil midir zaten?
* * * *
İster Türkçe deyin, ister Kürtçe:
Eller ayırsa bile / Yollar ayırsa bile / Yıllar ayırsa bile / Biz ayrılamayız.
Bunu hangi lisanla söylediğinizin bir önemi yok. Siz de “Biz ayrılamayız” diyorsanız, aynı dili konuşuyoruz demektir.