Kürtlerin kader çizgisi
Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmaları, bu coğrafyada söz sahibi olan büyük güçlerin ajandasında her zaman yer buldu. Özellikle de İngilizler, Osmanlı devletinin çöküş sürecinde sık sık Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeleri ziyaret ederek, ne olup bittiğini anlamaya çalıştılar.
Jan Devletoğlu’nun ‘İngiliz Arşivlerinde 12 Eylül’ün Ayak Sesleri’ (Doğan Kitap, İstanbul 2010) kitabında bu döneme ait ilginç bilgiler yer alıyor. 1978 yılında İngiliz Dışişleri Bakanı David Owen’ın talebiyle Bağdat Büyükelçiliği’nden bir ‘Kürt raporu’ isteniyor.
Dönemin büyükelçisi Alexander Stirling tarafından hazırlanıp gönderilen raporda ‘Kürtlerin idealinin kuzeyde Sovyet sınırına uzanan İran, Irak ve Türkiye’yi ayıran dağlık bölgede bir bağımsız Kürdistan kurmak olduğu, ancak Sevr Antlaşması sırasında kurulan Musul Komisyonu’nun planı kabul etmemesi üzerine şimdiki coğrafya içine sıkıştıkları’ belirtiliyor. (Devletoğlu, s.51 vd)
***
Maksadım, bunlar üzerinden bağımsız Kürt devleti taleplerinin tarihçesini aktarmak değil. Bu mesele yüz yıl önce de sıcaktı, bugün de hala aynı ölçüde canlılığını koruyor. Mesela Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlerin önemli bir bölümü, bağımsızlık ya da özerklik yönünde heveskar olduklarını saklamıyorlar.
Mesele sadece kimin bağımsızlık ya da özerklik talep ettiği değil elbette. Modern çağın yeterli gördüğü şartlara sahip olan ya da olduğunu varsayan her topluluk, eninde sonunda bu tür iddiaları hayata geçirmenin hesaplarını yapıyor. Kürtlerin bağımsızlık yönündeki arayışları da böyle bir temele dayanıyor. Ancak böyle bir arayış ya da tezin, tam da Türkiye’nin bölge ve dünya sahnesinde etkin rol aldığı bir dönemde kabarmasının tesadüf olduğunu düşünmek de fazlaca saflık olur.
Asıl mesele, son derece karmaşık bir bölgesel ve uluslararası ilişkiler ağına sahip bu sorunu yönetmeye kimin talip olduğu.
Daha önce bu soruyu şöyle formüle etmiştim: Hangi ülkede yaşayan Kürtler, kendilerini o ülkenin kaderiyle bir ve bütün hissederse, Kürtlerin yaşadığı her yerde sorunun da çözümün de patronu o ülke olacak.
Bu çözümün tek adayı Türkiye ve bu gerçek son dönemde yaşananlara rağmen değişmedi. Hatta iki dil, özerklik gibi tartışmaların bizi sürüklediği yer gösterdi ki, Türkiye’de yaşayan Kürtler, kaderlerini bu ülkenin kaderiyle bir ve bütün görmediği sürece çözüme gitmek imkansız. BDP-PKK hattının ısrarla üzerini örtmeye çalıştığı hakikat bu.
***
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın önce bütçenin kapanışında yaptığı konuşma, ardından parti grubundaki sözleri tam da buna işaret ediyor aslında. Başbakan’ın bu konuşmalarda çizdiği çerçeve, ne MHP lideri Devlet Bahçeli’nin kurnazca çekmeye çalıştığı bir alana karşılık geliyor; ne de BDP-PKK hattının tezlerine geçit veriyor.
Bu ülkede bir şekilde kendisini farklı gören, aidiyet anlamında kopuşlar yaşayan herkesin derdine derman bulmak gerekiyor. Bu doğru. Ama bunun için aynı zamanda kendi kaderini, bu ülkenin kaderiyle bir gören bir yaklaşım gerekiyor.
Bir yeni barış ve kucaklaşma istiyorsak, gizli ve özel bir gündemimiz yoksa, masaya otururken herkes samimi ve açık olmalı. Arkanızda eşkıya besleyip ayrılık türküleri söyleyerek bunu yapmanız mümkün olmasa gere