Kürt devleti, federasyonu, özerkliği (2)

Kürt devleti, federasyonu, özerkliği (2)

Yıl 1990, Eylül ayı, Ankara. DYP lideri Demirel’le Güniz Sokak’ta kahvaltı sohbeti.
Diyor ki:
“Musul-Kerkük, yılda 20 milyar dolar petrol geliri demektir. Bir keresinde Genelkurmay Başkanı rahmetli Semih Sancar’a (1970’lerde, Demirel’in Başbakanlığı döneminde) söylemiştim, bir planımız olsun burası için diye... Bakarsınız, bir gün konjonktür değişiverir dedim.”
Yıl 1991, Şubat ayı, Ankara.
DYP lideri Demirel’le Anadolu Kulübü’nde sohbet ederken, Cumhurbaşkanı Özal’ın Irak’ta federasyon fikrine sıcak baktığını söylüyorum. Demirel, Özal’ın yalnız Irak’ta değil, Türkiye’de de federasyona sıcak baktığını belirttikten sonra sözü Kürt meselesine getiriyor:
“Asker 1980 öncesi benden Dersim Kanunu istedi. Vermedim. Benden bunu istemeyin dedim. Dersim’de korkunç şeyler olmuştur. Renkli bir mozaiktir Anadolu. Yirmi küsur dil vardır. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ gelince... Bakmayın ‘olana’ dememiş falan, biraz ırkçılık kokar.”
Demirel sözü bir ara yine Musul-Kerkük’e getiriyor:
“Araplar da, Yunanistan da, İsrail de, Batı da, hiçbiri Türkiye’nin Musul-Kerkük’e el koymasını istemez. Yılda 20 milyar dolar petrol geliri olan bir Türkiye onlar için korkulu bir rüyadır.”
Yıl 1992, Ekim ayı sonları.
Habur sınır kapısından Irak’a giriyorum. Dicle’nin üstündeki köprüyü geçerken, ertesi gün Sabah’ta yayınlanacak fotoğraf için tabelanın altında poz veriyorum:
“Kürdistan’a hoş geldiniz!”
4 Ekim 1992’de Talabani’yle Barzani’nin birlikte ilan ettikleri ‘Irak Kürt Federe Devleti’ topraklarına böyle ayak basıyorum.
Zaho’ya doğru gelirken, bir kontrol noktasında peşmerge pasaport kontrolü yapıyor. Duvardaki haritanın üstünde Kürdistan yazıyor. Ve Kuzeydoğu Anadolu’dan İran ve Suriye’ye değerek, Irak’ın içlerine, Basra Körfezi’ne doğru bir kama gibi iniyor.
Sanki, Körfez Savaşı’yla birlikte Cumhurbaşkanı Özal’ın kafasını meşgul eden ‘Türkiye-Kürdistan Federasyonu’nun çerçevesini çizen bir harita...
1993 yılı Mart ayı, Paris.
Monparnasse’daki Le Dome kahvesinde Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan’la sohbet ediyorum.
Kendisine, Celal Talabani’nin 1992’nin Ekim ayında, bana Türkiye’nin himayesinde bir Kürt devleti ya da Türkiye’yle Kürtlerin bir federasyonu neden olmasın dediğini anlatınca, Kendal Nezan şöyle diyor:
“Talabani bir zamanlar Türklerle değil Araplarla federasyona inanırdı. Ama özellikle Özal’la bu görüşünü değiştirmeye başladı ve Türkiye’yle bir federasyon olabileceğini söylemeye başladı.”
Ben de kendisine CIA’dan Graham E. Fuller’ın Rand’dan 1992 sonlarında çıkan bir raporunun 8. sayfasından söz ediyorum:
“Turgut Özal, Kürt hareketinin geleceğiyle ilgili olarak, fazla tehlikeli olduğu için adını hiçbir zaman tam anlamıyla koymadığı bir vizyona sahip olabilir. Bu vizyona göre, bölgede büyük ihtimalle Irak’tan başlamak üzere ‘kaçınılmaz’ olarak bir Kürt ayrılıkçılığı yaşanacak. Eğer Türkiye şimdi Irak’ta bağımsız ya da özerk bir Kürt devletinin kuruluşunda sempatik bir rol oynayabilirse, ileride bu devlet büyük ihtimalle Türkiye’yi, Kürtçe konuşan dünyanın ‘doğal çekim merkezi’ olarak görecektir.” (Bütün bu alıntılar Kürtler adını taşıyan kitabımın 121 ve 132. Sayfaları arasında yer alıyor, HC)

* * *
Aradan yirmi yıl geçmiş.
Ama bazı bakımlardan hâlâ eskimemiş, bazıları da gerçekleşme yoluna girmiş konular...
Özellikle Saddam Hüseyin’in Amerika tarafından yıkılmasıyla fiilen üçe bölünen Irak’ta Kürtler hallerinden çok memnun, çünkü kendi ‘kurtarılmış bölgeleri’nde gitgide ‘devlet’leşiyorlar. Ve Amerika’sının da, Avrupa’sının da üzerlerine titrediğini gayet iyi biliyorlar.
Bunun Türkiye’yi etkilememesi mümkün değil.
Etkiliyor da...
Türkiye kendi Kürt sorununun ‘silahla bağını kopartarak’ barış ve demokrasi rayında ne kadar hızlanırsa, o kadar iyi olur. Bundan yalnız Türkiye değil, bütün bölge halkları da kazanır, en başta da Türklerle Kürtler kazanır.
Ama bu arada özellikle Türkiye’deki Kürt siyasal hareketinin de, İmralı’yla Kandil’in de “arabayı atın önüne koymadan” gerçekçi bir çizgide siyaset yapmaları, ince uzun bir süreç olan barışı, istikrarı hiç kuşkusuz çok yakından ilgilendiriyor.
Uzun lâfın kısası:
Herkesin büyük düşünmesi lazım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi