Arap sokağı iktidara yürüyor

Arap sokağı iktidara yürüyor

Türkiye medyasında, hatta daha geniş anlamda okur yazar kesimde sıkça dile getirilen bir tez var.

‘Başbakan Erdoğan Arap sokağına seslenmeyi seviyor.’

İsrail’le peş peşe yaşanan krizler, ‘One minute’la başlayan süreç, Türkiye’nin dış politikadaki ilgilerinin daha geniş bir alana yayılması; en başta Tayyip Erdoğan olmak üzere siyasi aktörlerin etkinliğini artırdı.

Türkiye’deki mevcut tartışmaların dışına çıkarak, olabildiğince tarafsız bir gözle baktığınızda özellikle Erdoğan’ın Arap dünyasında, daha geniş ölçekte İslam dünyasında ciddi bir karşılığı olduğu söylenebilir. Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da, Ürdün’de bunu sokakta rahatlıkla görebilmeniz mümkün.

***

‘Arap sokağı’ ifadesini kullananlar, bir diğer yanıyla şunu söylüyor bize. ‘Başbakan, kitleler nezdinde tanınan ve sevilen bir lider. Ama o ülkelerin iktidar dengeleri ve gerçekleri çok farklı. Onun için bu politikaların karşılığı yok.’

Bu tespit ilk bakışta doğru gibi görünüyor. Ama yeni gerçekliğe baktığınızda anlamını tamamen yitiriyor. Neredeyse bizim imparatorluk coğrafyamızın tamamında iktidarlar, halktan kopuk ya da daha çok uluslararası desteklerle ayakta duruyor. O nedenle de sıkça şu soru gündeme geliyor: Dünyanın dört bir yanına ‘özgürlük’ götüren Batı, neden en başta Arap dünyası olmak üzere geniş bir alanda diktatörlerin varlığına izin ya da destek veriyor.

***

Bu iki yüzlü tavrın anlamı çok açık. Esasen üzerinde durmaya da gerek yok. Asıl gerçek şu. Çok geniş bir coğrafyada, İslam’ın farklı yorumlarla da olsa hareket ettirici etken olduğu bir yeni bir ‘devrim’ fırtınasıyla karşı karşıyayız. Başka bir deyişle, bu alanda ortaya çıkan hemen tüm değişim hareketleri bir şekilde İslam’la irtibatlı; öyle olmak zorunda.

Manzaraya böyle baktığınızda, Başbakan Erdoğan’ın söylemi ve Türkiye’nin yeni dış politikası çok daha ciddi bir karşılık üretmeye aday görünüyor.

‘Aday görünüyor’ sözünü özellikle kullanıyorum. Lübnan krizinde de ortaya çıkan gerçek şu: Türkiye’nin yeni süreçte müthiş bir enerjisi var, bunun coğrafyada oluşturduğu büyük bir beklenti var. Hatta karmaşık görünen pek çok sorunda ya da ortaya çıkan yeni krizlerde akla gelen ilk adres Ankara oluyor.

Ancak bunlar bizi şöyle bir yanılgıya sürüklemesin. Bölgesel, hatta uluslararası çapta etkilere sahip sorunlara müdahil olmak, sizi hemen çözüm merkezi haline getirmiyor. Türkiye, tarihin ve coğrafyanın getirdiği derinlikle bu alanlarda hep vardı, ama neredeyse 150-200 yıldır ilk defa aktif olarak sahneye çıkıyor. Sözgelimi Lübnan Hizbullah’ından söz ederken, bu örgüte/partiye İran’ın 30 yıldır emek harcadığını, Suriye ile olan ilişkilerinin aynı denklemde yoğrulduğunu unutmamak gerekiyor.

Elbette her ülkenin dış politikada üslubu ya da kullandığı araçlar farklı olabilir. Ama bu işlerde mesafe almak öyle bir günde olmuyor, emek harcamak, üzerine titremek, süreci başından itibaren doğru yönetmek gerekiyor.

***

‘Arap sokağı’nı dudak bükerek izleyenler, o sokağın iktidara yürüdüğünü ne kadar görüyorlar bilmiyorum. Ancak bunu doğru okuyan bir iktidar var ve eğer süreci sahici kılabilecek araçlar üretebilirse, pek çok sorunda çözümün adresi olabilecek bir Türkiye bekliyor bizi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi