Üç konu
HIRANT Dink dosyasında Türkiye’yi mahkûm eden AİHM kararı iki esasa dayanıyor: Biri yargıyla, öbürü idareyle ilgili.
- AİHM’ye göre, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun Dink’i 6 ay hapis cezasına mahkûm eden 11 Temmuz 2006 günlü kararı, ifade özgürlüğüne aykırıdır!
Kurul’un bazı üyeleri de Dink’in yazısında “Türklüğe hakaret” suçu olmadığı yönünde “karşı oy” yazmışlardı; ama çoğunluk Dink’in sözlerini suç saymıştı.
Demek ki yasayı iki yönde de yorumlamak mümkündü.
Bu mesele, yargının evrensel hukuka uyum sağlayıp sağlamaması bakımından önemlidir.
- AİHM’nin kararındaki ikinci boyut, suikast istihbaratı olduğu halde, Dink’i korumak için etkin tedbirlerin alınmamış, Dink’in yaşam hakkının devlet tarafından korunmamış olmasıdır!
Tuba Çandar’ın “Hırant” adlı kitabıyla, Nedim Şener’in “Kırmızı Cuma” adlı kitabında bu konularda ayrıntılı bilgiler var, tavsiye ederim.
Devam eden davada Dink’in avukatları, “korumama”nın sorumlularını açığa çıkarmak için “soruşturmanın genişletilmesi”ni talep ediyorlar ama çoğu kabul edilmiyor. Halbuki mahkeme usul kurallarını geniş yorumlayarak avukatların “soruşturmanın genişletilmesi” taleplerini kabul edebilir, etmelidir de...
Bu davada çözülmeden kalacak her “şüphe” noktası vicdanları kanatmaya devam edecektir; uluslararası planda Türkiye aleyhine gelişmelere bile yol açabilecektir.
Danıştay’ın türban yasağı
Danıştay’ın üniversite sınavlarına başörtülü girilmesini yeniden yasaklayan kararı da maalesef evrensel hukuktaki gelişmelere bir uyumsuzluk örneğidir.
Evvela bu kızlar henüz öğrenci değildir, bu yüzden haklarında ‘statü’ gerekçeli bir yasak olamaz. Bunu Kemal Gürüz bile ifade etmişti.
İkincisi, AİHM’nin türban konusundaki kararı “yasaklansın” demiyor, “yasaklanabilir” diyor. Yasağı koymak veya kaldırmak mahkemelerin değil, idarenin ve yasamanın yetkisindedir.
Üçüncüsü, yüz açık olacağına göre, türbanın kişinin tanınmasını zorlaştıracağı ve sınav güvenliğinde sorunlar çıkaracağı gibi gerekçeler makul ve inandırıcı değildir. Örneği de görülmemiştir.
Yargıya karşı yasama!
Yargının ‘illiberal’ kararları öteden beri yasamanın düzenleme getirmesine sebep oluyor.
Dink ve birçok kişi 301. maddeden mahkûm edildi, yasama organı bu maddeden dava açılmasını Adalet Bakanı’nın iznine bağlamak zorunda kaldı...
Yargı özelleştirmeyi engelledi, patır patır parti kapattı, merhum Ecevit zamanında Anayasa değiştirilerek özelleştirmenin önü açıldı, parti kapatma zorlaştırıldı...
12 Eylül referandumu da bir bakıma aynı yönde bir tasarruftu...
Görülüyor ki, yargı özgürlüğün evrensel kurallarına ve toplumsal taleplere duyarsız kaldığında, yasama süreci harekete geçiyor!
Yargı buna öfkeleneceğine, kendisi toplumsal talepleri ve evrensel hukuku daha bir dikkate almalıdır.
Başbakan’ın davası
Başbakan, Ahmet Altan’ı mahkemeye verdi. Avukatları diyor ki:
“Ahmet Altan okurlarca hakaret olarak algılanacak bu ağır ifadeleri sarf etmeden de kaleme aldığı konu hakkında daha etkin bir yazı yazabilirdi...”
Ben de diyorum ki:
“Başbakan, hücum ettiği kesimlerce hakaret olarak algılanacak ağır ifadeleri sarf etmeden, öfkelenmeden, germeden de eleştiri yapabilir...”
Ben sert üslubu yazıda da, hitabette de tercih etmem, ama herkesin tarzı başkadır.
Fakat başbakanlar, eli değil, gövdesi taşın altında olan insanlardır! Söz ve tavırları sakin ve birleştirici olmalı, hatta karşıtlarını sakinleştirmeye özen göstermelidir; üzerlerindeki ağır taşın zıplamasına meydan vermemek için...
Kaldı ki, hiçbir yazar, mahkemeye verilmekten çekinerek geri adım atmaz, hatta muhtemelen daha da keskinleşir.
Başbakan’ın basına karşı ikide bir hakaret davası açmasını doğru bulmuyorum; hukuken de, pratik siyaset bakımından da...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.