Atatürkçü ‘din’ dersi
Habertürk gazetesi sanki yeni bir gelişmeyi duyuruyormuş gibi, “Din dersine Atatürk de giriyor” başlıklı bir haber yayınlamış (19.1.11), ama bunun yıllardır, hattâ 12 Eylül darbesinden beri süren bir uygulama olduğunu ve AKP iktidarında da devam ettiğini gizlemiş.
“Atatürkçülüğü herkesin kafasına çakmak” iddiasıyla yola koyulan 12 Eylülcüler, matematik ve geometriye varıncaya kadar her derse Atatürk’ü sokarken, amaçları bakımından en işlevsel ders olarak gördükleri din dersini de boş bırakmayıp bu dersin kitaplarına neredeyse âyet-hadisten çok Atatürk vecizeleri ve resimleri koydular ve dersi bu şekliyle zorunlu hale getirdiler.
Hedefleri, o zamana kadar denedikleri yöntemlerle millete bir türlü benimsetemedikleri Atatürk’ü “dindar” göstererek bunu başarmaktı.
Sonrasında “din adına” siyaset sahnesine atılanlar da canla başla bu amaca hizmet ettiler.
“Biz tek parti dönemine yönelik tenkitlerimizi 1938’le sınırlıyor, öncesini mahfuz tutuyoruz” diyen ve devrimlerin yapıldığı M. Kemal dönemini bilerek eleştiri dışı bıraktıklarını ifade eden Erbakan’ın senelerce ağzından düşürmediği “Eğer Atatürk hayatta olsaydı partimize girerdi” söylemini ondan sonra AKP’liler devraldılar.
Erdoğan, Kurtuluş Savaşını zaferle sonuçlandıran Birinci Meclisteki muhalifler tasfiye edildikten sonra gerçekleştirilen devrimlerin Meclisin onayı ve milletin desteğiyle yapıldığını iddia ederken, “Hedefimiz Atatürk ilke ve devrimlerini toplumun ortak paydası yapmak” diyebildi.
Onun için de, 12 Eylül ürünü “Atatürkçü din dersi” programları AKP iktidarında da sürdü.
Ve öğretim programında dersin vizyonu kapsamında yer verilen “Atatürk ilke ve inkılâplarını benimsemiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yetiştirmek” ibaresi aynen muhafaza edildi.
9. sınıflara Atatürk’ün laiklik anlayışını, 10. sınıflara Atatürk’e göre dinin vazgeçilmez olduğunu, 11. sınıflara Atatürk’ün Peygamberimizle ilgili sözlerini, Diyanet’i kurduğunu, Türkçe meal ve tefsir yazdırdığını, 12. sınıflara onun niye din eğitiminin medreseler yerine okullarda verilmesini istediğini anlatan bahisler konuldu.
Ancak, 9. sınıf kitabında Atatürk’ün 1923’teki “Her birey dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası da mekteptir” sözü verilirken, 1930’larda okullardaki din derslerinin kaldırıldığından bahsedilmiyor.
Keza 11. sınıf kitabında hutbelerin Türkçe okunmasından söz edilirken, aynı dönemdeki Türkçe ezan uygulaması ve namazın da Türkçe kıldırılması yönündeki çalışmalar es geçiliyor.
Bunların ötesinde, kitaplarda çizilen portre ile, “Arap dini” olarak nitelediği İslâmın Türklerin millî hislerini uyuşturduğunu iddia eden; Peygamberimiz (a.s.m.) için “Araboğlu” ifadesini kullanan; Kur’ân âyetlerini “yave,” yani “safsata ve saçmalık” ifadesiyle aşağılayan; ahirete inanmadığını değişik beyanlarıyla sarih şekilde dile getiren; hattâ Çanakkale’de ölüme gönderdiği askerlerin şehitlik coşkusunu Cennetteki hurilere bir an önce kavuşma isteğiyle açıklarken kendi tercihini “Ölümden sonraki hayalî rahata kavuşmak için Allah’ımızın Cennetine gitmeye kolay kolay razı olacak değilim” diye ifade eden bir Atatürk arasında hiçbir benzerlik yok.
Dediğimiz gibi, Habertürk’ün haberi yeni değil. Nitekim aynı konuyu evvelce 10.11.07 tarihli “Aldatmaca” ve 21.11.08 tarihli “CHP, AKP ve Atatürk” yazılarımızda ele alıp yorumlamıştık.
Aynı Habertürk’ün, Hür Adam filmiyle gündeme gelen Said Nursî-M. Kemal tartışması üzerine, 1922’de Bediüzzaman’ın yazdığı mektubu “Atatürk’e övgüler düzmüş” gibi ifadelerle manşetten duyurması da, yine Atatürk’ü dindar gösterme çabasının yeni bir örneği değil miydi?
Ve bu örnek, M. Kemal’i ancak dindar göstererek millete benimsetebileceklerini düşünenlerin, düne kadar “Atatürk düşmanı” olarak suçladıkları Said Nursî’den medet umma çaresizliğine düştüklerinin de ibretli tezahürü değil mi?