Türkiye Lübnan’dan çekildi mi?

Türkiye Lübnan’dan çekildi mi?

Lübnan’da yaşanan hükümet krizi, başından itibaren bir ‘iç sorun’ olarak görülmedi. Çok sayıda bölgesel ve uluslararası gücün sahne aldığı bir ülkede aksi de mümkün değildi zaten.

Hizbullah’ın bakanlarını çekerek Saad Hariri hükümetini devirmesi, bu hükümetin ortaya çıkmasında rolü olan aktörleri tekrar bir araya getirdi. Hariri’nin peş peşe gerçekleştirdiği uluslararası temaslar ve Ankara ziyareti, ardından Şam’da ortaya çıkan Türkiye-Suriye-Katar zirvesi ve son olarak da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Lübnan ziyareti.

***

Baş döndürücü trafiğe şöyle bir bakıldığında Türkiye’nin sorunun çözümünde hayli merkezi bir role soyunduğunu söylemek mümkün. Nitekim bu durum önceki gün yayınlanan New York Times’a şöyle yansıdı:

‘Arap-İsrail çatışmasından Lübnan’a kadar yaşanan bir dizi çıkmazda, Arap dünyasında sahip olduğu itibarına eş başka bir ülke bulunmayan Türkiye, daha iddialı ve bağımsız dış politikasını yansıtan en dinamik ülke olduğunu kanıtladı. Türkiye’nin başarısı, Orta Doğu’da düşmanlarını soyutlamaya ve dışlamaya çalışan ABD’nin uzun soluklu politikasına ince bir eleştiri. Buradaki Hizbullah’tan Irak’taki ABD karşıtı popülist bir imamın destekçilerine kadar, Türkiye ABD’nin müttefikleri kadar düşmanlarıyla da diyalog kurmayı başardı.’

Analizin devamındaki şu cümleyi ayrıca not edelim: ‘Türkiye’nin yeni çabaları, adeta mevzu dışı olduğu geçmişteki krizlerin aksine, bu ülkenin bölgede bir süper güç olarak yükselişinin işaretlerini veriyor.’

Lübnan ve Arap basınında da benzeri pekçok değerlendirmeye rastlamak mümkün.

***

Peki bu değerlendirmelere rağmen, Ankara’nın Lübnan’la ilgili müzakere sürecini dondurması ne anlama geliyor.

Bu soruya doğru cevap vermek
için birkaç noktaya dikkat çekmek gerekiyor.

Öncelikle Lübnan krizi, uzun yıllardır bu ülke ve yakın çevresinde ciddi bir ittifak alanı oluşturan İran’ın doğrudan belirleyici olabildiği bir mahiyete sahip. Tahran yönetiminin, özellikle 1979’dan sonra Suriye ile geliştirdiği ittifak, bu ittifakın Lübnan’a yansıması, Emel örgütünden doğan Hizbullah’ın sahneye çıkışı, hayli dikkatli incelenmesi gereken bir süreç.

Hariri suikastıyla ilgili iddiaların, Şam’dan Tahran ve Hizbullah hattına yönlendirilmesi, hükümeti devirmeye kadar giden süreci tetikledi. Bu iddialar, ‘gizlilik’ kılıfından çıkarılıp dünyanın önüne getirilebilir mi? Gelinen noktada bunları kestirmek hiç kolay değil. Hizbullah, Hariri’yi yeniden bir hükümetin başkanı olarak istemediğini, uluslar arası mahkemenin yalancı tanıkları dinlediğini kabul etmesini öne sürerek çıtayı bir hayli yükseğe koydu. Böyle bir pazarlığın, kolayca yeni bir hükümet üretmesini beklemek mümkün değil.

Bir başka önemli nokta, Suudi Arabistan’ın başından itibaren aktif rol oynadığı süreçten çekildiğini açıklaması. Nitekim Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud El Faysal, Lübnan’ın bölünebileceğini ifade etti.

Kuşkusuz Türkiye, bölgede yükselen etkinliğini bir çırpıda kaybedecek ya da geri çekilecek bir yerde durmuyor. Lübnan konusundaki müzakereler, kısa bir süre sonra yeniden başlayacaktır. Çünkü elindeki araçlar, en azından İran’a kıyasla daha zayıf gibi görünse de, bölgenin bütününe bakıldığında kalıcı sonuç alabilme şansı en yüksek ülke Türkiye.

Bir nokta daha önemli. Türkiye, Lübnan’da herhangi bir uluslararası tezin doğrudan temsili adına çaba göstermiyor. Eğer öyle olsaydı, tablo çok daha farklı olurdu. Ankara’nın kısa vadede elini zayıflatan, ancak uzun soluklu olarak onu güçlü kılacak farkı, üçüncü yol olma özelliğini hala koruması.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi