Laikçi dikta, dinci dikta, demokrasi!
Genellikle değişmiyor. Kendi iç sorunlarımıza kapanıp gidiyoruz. Oysa dünyadan yazacak o kadar çok şey var ki.
Tunus var, Arap aleminde dipten gelen dalgayla devrilen ilk otoriter rejim...
Lübnan var, Hizbullah’ın hükümetten çekilmesiyle bölgesel bir savaş ihtimaline kapıyı aralayan siyasal kriz...
İran var, İstanbul’da sonuçsuz kalan ‘nükleer’ zirveyle bölgede biraz daha artan gerilim...
Arnavutluk var, hükümete karşı hareketlenen ‘sokak muhalefeti’yle karışmaya başlayan bir ülke...
Çin var, Çin Cumhurbaşkanı’nın Washington ziyaretiyle birlikte Batı, özellikle Amerika Çin’e karşı nasıl bir politika izleyebilir, ‘soğuk savaş zihniyeti’ karşılıklı olarak nasıl sona erebilir soruları...
Hangisini yazmalı?
Hepsi bize yakın, bizi çok yakından ilgilendiren konular...
Amerikalı bir meslektaş soruyor:
“Tunus, işleyen bir demokrasiyle birlikte Arap dünyasının Türkiye’si olabilir mi?..”(H)
Tunus’ta 23 yıllık ‘laikçi’ bir diktatörün dipten gelen bir dalgayla, hiç beklenmedik bir anda patlayan toplumsal muhalefetle yıkılıvermesi, Arap alemine ilişkin bildik soruları gündeme getirmiş durumda.
Demokrasiye açılan yol mu?
Yoksa yeni bir despotluk mu?
‘Laikçi dikta’dan, ‘dinci dikta’ya mı?
Yeni Humeyniler, yeni İran’lar mı?
Demokrasiye sadık İslamcılar mı?
Demokrasiye barışçı geçiş mi?
Yoksa demokrasiyi araç olarak kullanmak isteyen radikal İslamcılar mı?
Arap dünyasının çıkmazını oluşturan bu malûm soru işaretleri zihinlere çengelini asmış durumda.
Bu sorular elbette yalnız Arap alemini değil Amerika’yı da, Avrupa’yı da ilgilendiriyor.
Amerika’sı, Avrupa’sı, Arap aleminin otoriter rejimlerine bugüne kadar kendi çıkarlarının dar, bencil penceresinden baktılar. Despotlara arka çıkarken genellikle hep aynı tarz bahaneyi öne sürdüler:
Bunların alternatifi ‘dinci radikaller’dir; bu yüzden seçim sandığına giden yolu zamana yaymak, ‘demokrasiye barışçı geçiş’i aceleye getirmemek gerekir; yoksa sandıktan Müslüman Kardeşler’di, Hamas’tı, Hizbullah’tı gibi bizi düşman bellemiş İslamcı hareketler çıkar.
Bu bakış açısı, Arap alemindeki otoriter rejimlerin ömrünü bugünlere kadar uzatmıştır. ‘Demokrasiye barışçı geçiş’ derken, despotlarla birlikte Amerika’sı, Avrupa’sı ipe un sermiştir.
Bu bakımdan belki tek istisna Irak oldu.
Amerika, Başkan George W. Bush ve Neo-Con’larla birlikte Irak’a ‘kısa yoldan’, savaşla ‘demokrasi ihracı’nı denedi ama bu da olmadı.
Demokrasi tankla topla olamıyor.
Demokrasi ihraç edilemiyor.
Ama tankla topla da durdurulamıyor.
Zaman istiyor demokratik değişim.
Ama zamanı gelince de engellenemiyor.
Günü gelince bir kıvılcım, Tunus’ta olduğu gibi özgürlük ateşini bir anda tutuşturuyor, despotları sırtından atıyor.
Tunus’ta laikliği demokrasiye yeğleyen laikçi dikta devrilmiş bulunuyor.
İran’da Şah rejimi gibi...
Ancak 1979’daki Humeyni İhtilali, Şah’ın ‘laikçi diktası’nın yerine kendi ‘dinci diktası’nı getirmişti.
İran, ister istemez Arap dünyası için de düşündürücü bir örnek.
Evet, despotlar yıkılsın!
Ama demokrasi yolu nasıl açılacak?
Barışçı geçiş nasıl olacak?
Radikaller, İslamcılar demokrasiye sadık kalacaklar mı?
Amerika’yla Avrupa bugüne kadar izlemiş oldukları ‘egoist’ politikalardan artık koparak Arap aleminde ‘demokratik reform’u ciddiye alabilecekler mi?
Yoksa yeni yeni radikal dinci despotların sahneye çıkışına zemin mi hazırlayacaklar?
Bir başka deyişle:
Fransa gibi Tunus’taki laikçi diktatörü sonuna kadar desteklemek mi, yoksa Arap dünyasında reform ve özgürlük mü?
Değişime, zamana karşı durulmuyor.
Tunus bu gerçeğin son örneği.
Ama ya sonrası?..
Yaşam karmaşık, gerçek bir değil bin yüzlü çünkü...
H Roger Cohen, Tunisian dominoes, I.Herald Tribune, 21 Ocak ‘11, s. 6.