Cevher İlhan

Cevher İlhan

Söylem başka, eylem başka…

Söylem başka, eylem başka…

Ankara siyaseti, siyasetçilerin politik polemikleri ve “hakaretli atışmaları” arasında âdeta bir arenaya dönüşmüş. Siyasî öngörü ve icraattan çok, seviyesi düşüp politik üslûpla ipe sapa gelmez sözlü saldırılar ve kavga gürültüsünde, Türkiye’nin gerçek gündemi kayboluyor.
Demokratikleşme, özgürlükler, işsizlik, pahalılık gibi ülkenin önemli meselelerinin siyasî üslûp ve atışmalarda boğulduğu politik süreçte, siyasî iktidarca bol bol “ileri demokrasi” propagandası yapılıyor. Lâkin sekiz yıldır AB demokratik ve özgürlük standartlarında belirli bir ilerleme kaydedilmiş değil. Dahası referandum sonrası “işi bitti” diye demokratikleşme ve açılımlar diye tek tek terk ediliyor… Son demde, öteden beri Başbakan Erdoğan’ın ve siyasî iktidar sözcülerinin sürekli dem vurup, seçimlerde ve en son referandumda halktan büyük destek aldıkları “bürokratik oligarşi”yle ve “askerî vesâyet”le mücadele yerine uzlaşması, çarpıcı bir “değişim” olarak karşımıza çıkmakta. Bütün demokratik ülkelerde demokratik sivil siyasî otoritesinin açık bir göstergesi olan “askerî harcamalar”ın parlamentonun denetiminde olmasının, iktidar partisinin oylarıyla çıkardığı “Sayıştay yasası”yla denetim dışı bırakılması, bunun en açık örneği… “AÇILIMLAR”DAN TEK TEK VAZGEÇİLMEKTE… Gerçek şu ki “açılımlar”ın çoğu sözde kalmakta ya da sessiz sedâsız vazgeçilmekte. “AKP’nin gittikçe MHP’lileştiği” değerlendirmelerini haklı çıkaran tıkanmalara yenileri eklenmekte. Evvelâ, Kandil’den ve diğer Kuzey Irak kamplarından dönen teröristlerin Habur’da “karşılama şovu”yla başlayan tartışmalarda, Başbakan’ın ve “açılım koordinatörü” İçişleri Bakanının önce “övücü sözler” söyleyip ardından “Kim yaptı?” diye sorumlu araması ve meseleyi başkalarının üstüne atmasına benzer, kırılmalar gözlenmekte… “Kürt açılımı”, İmralı’da ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm terörist başıyla “hükûmetin değil, devletin görüştüğü”yle başlayan tartışmalar, Öcalan’ın “cezaevinden alınıp ev hapsine alınması, aksi halde Mart ayında yeniden terör ve çatışmayı başlatacağı “terör tehdidi”ne takılmış… Diğer “açılımlar” da lâfta kalmış. “Alevi açılımı”, “cemevlerinin ibâdethâne olması”, “din derslerinin kaldırılması” benzeri, Aleviliği İslâm’ın dışında ayrı bir “din” olarak algılatan ecnebi entrikalarına, din eğitimi ve öğretimi hakkının gasbına varmış. “Ergenekon dâvâsı”nda Silivri’de birkaç sivil kalmış. Darbe plânlarını yapanlar, darbeye ortam hazırlayanlar, darbe günlüklerini yazanlar dışarıda. Üstelik referandumda kabul edilen yeni bir yasayla “Anayasal güvence” altına alınmışlar… Dosyalarındaki sözkonusu suçları işledikleri sırada “kuvvet komutanı” olmaları hasebiyle, bundan böyle “özel yetkili mahkemeler”de değil, ancak cumhurbaşkanının, Meclis başbakanın, bakanların yargılandığı Yüce Divan’da yargılanabilecekler. Keza referandumdaki “12 Eylül’de 12 Eylül darbecilerini yargılama” propagandasının da altının boş olduğu ortaya çıkmakta. Darbeciler hakkındaki yüzlerce şikâyet dilekçesi, evvelâ Ankara Cumhuriyet Başsavcısında bekletildi. Ardından “yetkisizlik kararı”yla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına gönderildi… BU DA “HEYKEL AÇILIMI”! Gelinen safhada Başsavcı, 12 Eylül darbecileri Evren ve “konsey üyesi arkadaşları”nın—yüzde 92 oy alan—halkoylamasıyla kabul edildiği “82 Anayasasıyla meşrûiyet kazandıkları ve affa uğradıkları”na hükmedip “zamanaşımı” gibi gerekçelerle ya “tâkipsizlik kararı” verip yargılamalarına gerek görmeyecek. Ya da Yüce Divan’da yargılanmalarını isteyecek; sözkonusu darbe suçunu işlediklerinde referandumda kabul edilen maddeyle “ancak Yüce divan’da yargılanabilecekleri” gerekçesiyle… Yine Yüksek Askerî Şûrâkararlarıyla yargısız, sorgusuz, sualsiz mesleklerinden atılıp mağdur edilen binlerce subay ve astsubayın durumunda da bir iyileştirme yok. Adalet Bakanlığı, YAŞ mağdurlarını yine YAŞ’a havale ediyor. Oysa daha önce 27 Mayıs darbesi sonrası ordudan atılan subayların normalde gelecekleri rütbelerine göre alamadıkları maaşları, tazminatları dahil gasbedilen bütün haklarının iâdesinde olduğu gibi, bir yasa çıkarılabilirdi… Kısacası, AKP iktidarının “açılımları”nda söylem başka, eylem başka. Hatta çoğu zaman söylemin tam tersine “icraatlar” yapılıyor. Tıpkı Başbakan’ın Kars’ta tepki gösterip derhal kaldırılmasını istediği “ucûbe heykel”e karşılık, Kültür Bakanlığı’nın “heykel açılımı” gibi… Bakanlık’tan yapılan açıklamaya göre, çeşitli heykeltıraşlara uzun yıllardan bu yana yaptırılan ancak uygun alanlar bulunamadığı için atıl durumda bekletilen heykeller heykeller yeni yerlerine taşınmış. Örneğin “Türk kadınının simgesi Halide Edip Adıvar”ın heykeli Ankara Numune Hastanesi yolu üzerine, millî şair Mehmet Akif Ersoy’un heykeli Hamamönü’ne konulmuş. Ayrıca uygun yerlere konulması amacıyla “Necip Fazıl Kısakürek’in heykeli Altındağ Belediyesi’ne, Abidin Dino’nun heykeli Beyoğlu Belediyesi’ne, Nazım Hikmet’in heykeli Şişli Belediyesi’ne, Aşık Veysel’in heykeli köyüne gönderilmiş… Aslında Kars’taki heykel tartışmaları devam ederken, Kültür Bakanlığı’nın “Türk kültür hayatına katkı” amacıyla deposundaki ünlü kişilere ait heykellerin tozunu alıp başta Ankara ve İstanbul olmak üzere çeşitli yerlere dikmesi, diğer hususlarda olduğu gibi, “heykel polemiği”nin de siyasî amaçlı olduğunu ortaya koyuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cevher İlhan Arşivi