Ders alan kazanır
Dünya üzerindeki diktatörlerin günümüz şartlarında bile iktidarlarını devam ettirebilmelerinde Birleşmiş Milletler’in (BM) de büyük bir kabahati olduğu ortaya çıktı. Vaktinde ve zamanında; halkına zulmeden, yaptığı işleri kefyine göre yapan iktidar sahiplerine “Dur, yapma!” demiş olsaydı, dün Tunus, bugün Mısır kavga ve kargaşa ortamına sürüklenir miydi?
Tarih şahittir ki, zulm ile âbâd olan, kahr ile berbâd olmuştur. Bu tarihî gerçek bilindiği halde zalim idareciler, hayat hep böyle devam edecekmiş gibi zulüm ve haksızlıklarını sürdürmüşlerdir. BM gibi hemem her bağımsız ülkenin üye olduğu kuruluşlar bir yana, İslâm dünyasını temsilen kurulan İKT (İslâm Konferansı Teşkilâtı) gibi kuruluşlar da bugünkü hâl ve gidişten sorumlu olmalıdırlar. Belki kapalı kapılar ardında ‘zalim idareciler’e; zulüm ve haksızlıklara son vermeleri noktasında ikâzlar yapılıyor, ama neticeye bakılırsa bu ikâzların bir faydası olmadığı anlaşılır.
Maalesef âdil seçimlerle iş başına gelmeyen yöneticiler, çoğunlukla İslâm ülkelerini (bilhassa Ortadoğu’da) idare ediyor. Hâlihâzırda bu durumda olan zalim idareciler, hiç değilse Tunus ve Mısır’dan örnek almayacaklar mı? Bugün değilse yarın, ama mutlaka bir gün onların da bırakmamak niyetiyle sarıldıkları koltuklarından uzaklaşacakları hiç akıllarına gelmiyor mu? Eğer geliyorsa, izzetleriyle bu koltukları bırakmaları kendi menfaatleri icabıdır. Aksi halde zilletle uzaklaşmak durumunda kalabilirler.
Bugün Tunus ve Mısır’da yaşananları tartışan ‘uzman’lar, benzer sıkıntıların geçmiş yıllarda Türkiye’de de yaşandığını nedense hiç hatırlamıyorlar. Hatta konuşmalarında, “Vah, vah! Bir ülkeyi 30 yıl ‘tek kişi’ yönetir mi? Bu Mısır halkı da çok acizmiş be!” edası hissediliyor. Bu ifade ‘tesbit’ anlamında doğru olabilir, ama Tunus ve Mısır örneğindeki sıkıntılar Türkiye’de de yaşanmadı mı? 1950 yılına kadar geçen süre başka ne ile izah edilebilir? “Ömür boyu iktidar”lara şahit olunmadı mı?
Tabiî ki her ülkenin sosyal yapısı farklıdır, dolayısı ile bu geçişler de farklı oluyor. Türkiye istibdattan hürriyete geçişi 1950’de yapılan ‘hür ve serbest seçim’le başarabildi. Ne var ki, bu doğru adımdan rahatsız olanlar ‘darbe’ geleneğini başlatıp seçimlerle gelenleri silâhla götürmeyi âdet haline getirdi. Gerek 1960 ve gerek 1980’deki açık darbe ve ara sıra yapılan diğer ‘gizli darbe’ler hep bu gayretin sonucu ortaya çıktı. Bütün bu müdahalelere rağmen hürriyet ve adalet yolunda epey mesafe alındığı da ortada.
Bütün eksik ve aksaklıklarına rağmen Türkiye’deki gelişmelerin İslâm dünyasını etkilediği de yine uzmanların tesbiti. Bir de ülkemizdeki demokrasinin ‘isimden ve resimden ibaret olmadığını’ düşünün! Öyle bir durumda sadece bir iki ülke değil, bütün bir İslâm coğrafyası hürriyet ve adalet yolunda koşar adım ilerleyebilirdi.
Bütün temennimiz, başta İslâm ülkeleri olmak üzere; topyekûn insanlığın zalim idarecilerden kurtulmasıdır. Bunun için hem BM hem de İKT daha yoğun şekilde çalışmalı, ‘zalim’ yöneticileri değil, adaletli yöneticileri desteklemelidir. İnsanlık âleminin bir vücut gibi olduğunu unutmayalım. “Ben hürriyetlerime kavuştum, başkası zulüm altında inlesin” anlayışı insanlığa yakışmaz, vesselâm...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.