Acaba Bush haklı mıydı?
Sadece ABD'nin bundan önceki, yani 43'üncü Başkanı George W. Bush değil, onun en azından ilk 4 yılında izlediği politikalara damgalarını vuran "Neo- Con"lar, yani "Yeni Muhafazakârlar" da mı haklı çıktılar?
Tunus'la başlayan, Mısır'la devam eden ve bundan sonraki duraklarına geçmek için sabırsızlanan "Demokrasi kasırgası" nedeniyle ABD basını Bush dönemini yeniden sorgulamaya, yeniden irdelemeye başladı. Bunu bir ölçüde günah çıkarma ya da usul usul "Bush pek de haksız değilmiş" itirafında bulunma diye de ifade edebiliriz.
ABD basınının ardından Atlantik'in bu tarafındaki, yani "Bizim kıta"daki medya da konuyu ele almaya başlayınca, bizim de bir ucundan tutmamız farz oldu.
Her şey "Washington Post"un Başkan Bush'un 6 Kasım 2003 tarihindeki bir konuşmasını hatırlatmasıyla başladı:
"Özgürlük, Ortadoğu halklarının erişemeyecekleri kadar uzak bir menzilde mi? Milyonlarca erkek, kadın ve çocuk, sırf tarihleri ve kültürleri nedeniyle ilelebet despotizmin boyunduruğu altında yaşamaya mahkûm mu edilmeli? Sadece onlar mı hiçbir zaman özgürlükle tanışamayacak, sadece onların mı yönetimde hiçbir zaman söz hakları olmayacak?"
Bush döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi danışmanlarından olan Elit Abrams'ın yaptığı bu hatırlatma, bir çığı tetikleyen yankı işlevini gördü. Herkes Bush'tan alıntılar yapma yarışına girişti:
"Tamam ikisi de ABD'nin yakın dostları ve müttefikleri ama Mısır'ın da, Suudi Arabistan'ın da demokratik reformlara acilen yönelmeleri zamanı geldi..."
"Demokrasi yeşermedikçe Ortadoğu, geriliğin, öfkenin ve başka diyarlara ihraç etmek için fırsat kollanacak şiddetin eşanlamlısı olmaktan öteye geçmeyecek."
"Bizim çocuklarımızın ve torunlarımızın hayatlarının daha iyi olması, dünyanın başka bölgelerindeki çocukların ve torunların özgürleşmesine bağlıdır..."
Bu alıntılar elbette kaçınılmaz olarak "Neo-Con"ları ve onların "Genişletilmiş Ortadoğu Projesi" ni çağrıştırdı.
Hani şu, Magrip'ten Maşrık'a kadar tüm İslam coğrafyasına özgürlük ve demokrasi götürme projesini...
Magrip'ten Maşrık'a kadar tüm İslam coğrafyasını dönüştürme projesini...
Aslında son derece, hatta saflık derecesinde iyiniyetli; daha özgür, daha demokratik, daha insancıl bir dünya yaratma ütopyasıydı bu.
1980'lerin sonunda Doğu Avrupa'yı özgürleştiren, demokrasi ailesine katan rüzgârların Kuzey Afrika'dan Hindistan sınırına kadar uzanan coğrafyaya yönlendirilmesi hayaliydi.
Ve o hayal BM'nin 2002 tarihinde İslam ülkeleriyle ilgili geniş raporundaki tespitlere dayanıyordu: "Nüfus hızla artıyor ve gençleşiyor ama bu demografik dinamizm eğitimle, istihdamla desteklenmediği için Fas'tan Pakistan'a kadar her ülkede milyonlarca barut fıçısı ürüyor. Bu barut fıçıları sadece bulundukları ülkeleri, sadece yer aldıkları bölgeyi değil, tüm dünyayı tehdit ediyor. Çözüm? Kadını özgürleştirmek ve eğitmek, gençleri dünyayla bütünleştirmek ve iş-güç sahibi yapmak, rejimleri demokratik reformlarla evrimden geçirmek..."
Bush ve "Neo-Con"lar iki ölümcül taktik hata yaptılar: Magrip'ten Maşrık'a kadar uzanan ülkeleri dışarıdan dayatmayla demokratikleştirebileceklerine inandılar. Ve Irak savaşıyla bu dayatmanın gerekirse silahla yapılabileceği mesajını verdiler. Bir hataları daha oldu: Seçimle değişim için de yanlış pilot bölge seçtiler. (Not: Filistin'i kastediyoruz.)
O pilot bölgede sandıktan çıkan sonuç, baskıcı, otoriter rejimlerin, diktatörlerin ekmeğine yağ sürdü: "Ya ben ya Müslüman Kardeşler" (Hüsnü Mübarek), "Ya ben ya Cezayir". (Zeynel Abidin Bin Ali)
Bush'un halefi, Barack Obama, bu tablo nedeniyle demokrasi misyonerliğinden vazgeçti. İyi de yaptı. İş başa, yani halka düştü.
Şimdi Magrip'ten Maşrık'a kadar uzanan Büyük Ortadoğu'ya demokrasiyi "Yasemin Devrimi"yle, "Milyonlar Yürüyor Devrimi"yle ve adı henüz konmamış diğer başkaldırılarla bölge halkları getirmeye çalışıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.