Hayatımızda 1800’lerden sonra çok şey değişti...
İnsan ırkının ortaya çıkması en fazla 2 milyon yıl öncesi olabilir. İnsan ırkı, ancak 2 milyon yıl sonra yazı’yı keşfederek tarih dönemini başlattı. Yazı günümüzden 5300 yıl kadar önce başladı. Daha evveline tarih öncesi diyoruz, tarih sınırları ve tarih ilmi dışında kalan jeolojik dönemlerin konusudur.
Yazı Mîlâd’dan Önce 3300’e doğru Sümer’de başladı (bugünkü Irak’ın güney bölgesinin kuzeyi Dicle-Fırat arası). M.Ö 3000’e yakın Mısır’da da bulundu. Çıkardığımız seslere yani alfabeye dayalı yazı ise M.Ö. 1000 yılına dayanır, yani günümüzden üç bin yıl öncesine, Fenikeliler’le başlar (bugünkü Lübnan).
Tarihte adını bildiğimiz ilk kişi Mısır’da ilk firavun sayılan Menes’in babası Narmer’dir, M.Ö. 3100 yıllarında yaşadığı hesaplanabiliyor. Hazret-i İbrahim’i şimdi tarihçiler M.Ö. 1750’lere yerleştiriyorlar.
Dünya nüfusu için 8000 yıl önce 5 milyon, Sümer ve Mısır’da tarih çağına girildiği 5000 yıl önce 20 milyon civarı gibi rakamlar veriliyor. Yeni Çağ’a girdiğimiz 1453 için dünya nüfusu tahmini 400 milyondur (Asya 275, Avrupa 70, Afrika 40, Kuzey ve Güney Amerika 15, Okyanusya 1 milyon). Yakın Çağ’a 1789’da 800 milyon nüfusla giriyoruz. 1918’de Modern Çağ 1.9 milyar nüfusla başlıyor. 1930’da 2, 1950’de 2.5 milyarız. Sonrası malûm. Malûm ve epey endişe verici. Ancak bugün 7 milyar nüfusun, 80 yıl önceki 2 milyar nüfustan bile çok iyi şartlarda yaşadığını unutmamalıyız. Ama böyle bir hayat elde edebilmek için, hayvan, bitki, su dengesini çok tehlikeli boyutlarda küçülttüğümüz bir an bile aklımızdan çıkmamalı.
1800’lü yıllara girdiğimizde en hızlı haberleşme aracı güvercin, en hızlı ulaştırma aracı at ve atın çektiği arabadır. 1900 yılına ise telgraf, telefon, petrol, gaz, elektrik ve ampul, fotograf, sinema ile rahatça giriyoruz ve uçmanın eşiğindeyiz. 19. asır büyük bir asır (1800-1900). M.Ö. 1. asırda Sezar’la 1815’te iktidardan düşen Napolyon’un gündelik hayatları, hattâ icra araçları birbirinden çok da farklı değildir. 1808’de şehîd ettiğimiz Üçüncü Selim, 800 yılının Hârûnürreşîd’i olan selefi halîfeden değişik bir hayat yaşamadı. Ancak 1839’da ölen amca oğlu İkinci Mahmud için aynı şey söylenemez. Zira buharlı gemiyi ve oğlu Sultân Abdülmecid zırhlı gemiyi, demiryolunu, telgrafı gördü. Bunları Türkiye’ye de getirdiler.
20. asra gelince (1900-2000)... teknik ilerleme inanılmaz boyutlara ulaştı. Edebiyat, kültür, san’atta ise 19. asra erişilemedi. Bu alanların en büyük dâhîleri 19. asırda yaşadı. 1918’e kadar uzandı. Sonra aynı kültürle bir müddet devam ettiler.
2870 yıl önce yaşayan Homeros’un, 20. asrın en büyük Batı şairi olan Paul Valéry’den geride bir san’at ve estetik çizgisinde bulunduğu bahis konusu bile değildir. Gerçi kültür çok yaygınlaştı. Bir aydın sınıfın tekelinden kurtuldu. Ancak estetik çizgi geriledi. Dehâ dumûra uğradı.
Aklı başında bir kimse, geçmişin herhangi bir zamanında ve mekânında yaşamak istemez. Zaten tayy-i zamân ve tayy-i mekân mümkün değildir. Belki de bugün için mümkün değildir. Ama bilhassa bazı san’atkârlar, geçen asırları hasret ve tahassürle yâd etmişlerdir. Gerçekte geçmiş zamanlar, refah, imkân, hak, hukuk bakımlarından günümüzden geridedir. Ama bu, geçmişimizle, atalarımızla ilgimizi kesmek demek değildir. İnsan, hatırâları ve toplum ise tarihi ile yaşar. Tarih, bir milletin hâfızasıdır. Tarihini unutan toplum, dümdüz edilir, millet olmak seviyesini kaybeder.
Budala (veya fazla akıllı) muârızlarımız (karşı görüşlülerimiz), bizi geçmiş döneme özlem duymakla suçlarlar. Biz, tarihî kişileri, çağları içinde ve o şartlarda yaptıkları ile beğenir veya eleştiririz. Ama o şartlarda, o şartları günümüze getirerek yaşamayı asla kabûl etmeyiz. Dünkü şartları bile kabûl etmeyiz. Ama bir milleti oluşturan kişilere küfredilmesine, onların küçük görülmelerine müsamahamız yoktur. Tarihçi ve fikir adamı olarak yüklendiğimiz misyon budur. Eleştiri sınırını aşan her sataşmada bir soysuzluk yattığını biliyoruz.
Geleceği gerçekçi ve aydın şekilde görebilmek, vizyon sahibi olabilmek ve tahayyül yeteneğimizi geliştirebilmek için, tarih perspektifini iyi ve doğru kullanmak gerekir. Zira hareket noktası, farkında olmadığımız, pas geçtiğimiz birçok oluşum, tarihin yakın veya uzak herhangi bir kıvrımında saklıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.