Haddinizi bilin!

Haddinizi bilin!

Hayatda en nefret etdiğim şeylerden biri riyâkârlıkdır, ikiyüzlülükdür!

Merdce davranıldığı takdirde en zıddıma giden fikirlerin savunulmasına bile bir tür “metânetle” tahammül ederim. Bu bakımdan Voltaire’in sâdık talebelerinden biriyim.

Ama sûret-i hakdan görünen soytarılar dâimâ tiksinti uyandırırlar içimde!

Hele bunlar tutup sağa sola “delikanlılık” dersi vermeğe yeltenirlerse miğde bulantım tavan yapar.

Aslında ne mal olduğunu çok iyi bildiğim için “Benden ırak, Cehenneme direk!” fehvâsınca ilgilenmek istemediğim Soner Yalçın meselesine işte bu soytarılar yüzünden girmek ihtiyâcını hissetdim.

Bu herzegûnun tutuklanması üzerine o soytarılar koro hâlinde “Basın özgürlüğü elden gidiyor!” ağıtına başlayınca bazı aklı başında meslekdaşlar efendice, Soner Yalçın’ın gazetecilikden değil birtakım kirli ve karanlık işlere bulaşması şübhesiyle içeri alındığını “tâne tâne” anlatdılar. Yine bâzıları ilâveten, kendisine ahlâkıy zaafları dolayısıyla zâten hiç sempati duymadıklarını da notetdiler ki ben de bunlardan biriyim. Bunun üzerine o riyâkârlar ise bunun yalan olduğunu, zîrâ kendisine belli bâzı (iftirâ mâhiyetli!) haberleri niçin yazıp yayınladıklarının sorulduğunu “delîl” olarak gösterdiler ve hızlarını alamayarak düşene vurmanın “delikanlılığa” sığmayacağını ileri sürdüler.Yâni diğerlerini düpedüz “kalleşlikle” suçladılar. Çünki mâlûm, Türk Milleti’nin yüzde 60’ı “ahmak” olduğu için bizler de bu ucuz aldatmacayı yutacakdık.

Şimdi o ikiyüzlülere soruyorum:

Soner Yalçın bâzı fantastik filmlerdeki gibi gündüzleri mazbut ve dürüst bir memur da geceleri kurt adam olarak ıssız köşelerde insanların kanını mı emiyordu?

Bütün mel’anetini gazetecilik kisvesi altında yürütdüğüne göre ne soracaklardı yâni, geçen hafta Yenikapı açıklarında cesedi bulunan kadını kendisinin öldürüp öldürmediğini mi?

Hem “basın özgürlüğü”ne o kadar düşkün iseniz başda “star, Zaman, Taraf ve Sabah” olmak üzere düzinelerce meslekdaşa toplam iki bini aşkın dâvâ açılarak analarından emdikleri burunlarından getirilirken, haklarında toplam yüzbinlerce liralık ve yüzlerce, evet, yüzlerce yıllık hapis cezâları taleb edilirken ve öyle ki muhterem savcılarımız telâşdan gazeteleri bile karıştırıp “Zaman”da çıkmış haber için “star”a dâvâ açarken aklınız nerdeydi, a gidinin koç değil kof yiğitleri?

Karşılıksız çekler gibisiniz!

O yıllarca “karargâh”a kırmızı hatlarla bağlı “muhâlif” (!) gazeteleriniz aleyhine şimdiye kadar kaç dâvâ açıldı?

Bir tekini söyleyin de âbâd olalım!

Delikanlılıkmış!

Bir kahbe dölü Hrant Dink’i arkadan vururken ortalıkda hiç sizlerden bir “delikanlı” görememişdik!

Orhan Pamuk’un arabası taşlanıp üzerine Kerinçli Kerinçsiz birtakım alçaklar saldırırken de meydanlarda yokdunuz!

Eğer sizlerde zerrece utanma ve arlanma duygusu kaldıysa “delikanlılık” kelimesini değil ağzınıza almak, aklınıza bile getirmez ve tatlı tatlı Nişantaşı cafélerinde kimlerle fingirdeşdiğinizi ve Asmalımescid’de neler zıkkımlandığınızı anlatarak ömür tüketmeğe devâm edersiniz.

Haddinizi bilin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi