Serdar Demirel

Serdar Demirel

Kültürel teslimiyet

Kültürel teslimiyet

Bugünün dünyasında şehirlerinin, içindeki kurumların, şehirlerde yaşayan insanların tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar birbirine benzeşmesi, taleplerinin ve karakterlerinin örtüşmeye başlaması ürkütücü bir tektipleşme dönemini işaretler.
Meselâ Doğu’dan Batı’ya Kuzey’den Güney’e şehirleşme yapısı Batı merkezli bir kültür dokusunda homojenleşmekte ve o şehirlerde yaşayan insanlar da sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel anlamda aynîleşmektedir.
Hâlbuki şehirlerin bir kişiliği ve kimliği vardır, insandan bağımsız olmayan. Çünkü insan sahip olduğu kâinat algısını ve onu besleyen metafizik inancını inşa ettiği şehirlere yansıtır. Şehir yapılarındaki estetik doğrudan bu algının mekândaki tecessümüdür. Bir toplum ruhunun, hayat algısının, din tasavvurunun canlı hayattaki tecellisidir şehir.
Bundan dolayı hiçbir şehir içinde yaşayan insanların iç dünyasından, kültür yapısından, tasavvur dünyasından bağımsız şekillenmez. Bu yüzden şehirler içinde yaşayan insanların dünya görüşünü yansıttığı gibi, insanlar da kendi dünya görüşlerini yaşadıkları şehirlerde mekana yansıtırlar.
Klasik şehir yapılarının birbirinden zengin, birbirinden estetik yapılara sahip olduğunu, her birinin farklı bir anlam dünyasına açıldığını Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar gezdiğim şehirlerden biliyorum..
Ama bugün bu zenginliğe sahip şehirlerin terk edildiğini, tarih mirasına dönüştüğünü, insanların metropollere aktığını görüyoruz. Metropollerin tümünün ise Amerika’sından Avrupa’sına, Ortadoğu’sundan Uzakdoğu’suna varana kadar tek tipleştiğine esefle tanıklık ediyoruz.
Şehirler benzeştiği gibi insanların tasarrufları da, peşinde koştukları imajlar da benzeşmektedir artık. Bu atmosferde şehirlerin kökü tarihte olan yerel kültürleri de her geçen gün birer aksesuar hükmüne dönüşmekte, tarihsel anlamlarını ve metafizik boyutlarını toplum algısında yitirmekteler.
Bunun sebebi, düşünür Abdurrahman Aslan’ın dile getirdiği gibi tarihî şehirlerin klasik mimarilerin zengin kültürel dünyalarının ürünü olması, modern şehirlerin mimarisinin ise mühendislik dünyasının bir tasarımı olmasıdır. Modern mimari de seküler Batı insan algısının ürünü olduğu için şehirleri kendi tasavvur dünyasında tek kimlikte organize etmektedir. Bu farklı medeniyetlerin kültürel zenginliğini yok ettiği gibi ekonomik olarak da modern mimarinin tasarımcılarını zenginleştirmektedir.
Batılı ülkelerin çağdaşlaşmak adına önerdikleri reform paketleri sosyo-kültürel açıdan kadîm kültürleri, gelenekleri, beşeri tecrübeleri, örfler ve gelenekler arasındaki farklılıkları, dolayısıyla çeşitlilik ve zenginliği ortadan kaldırıp yeryüzü gezegenini standartlaştırmaktadır. Bu bağlamda Ali Bulaç bizim de katıldığımız şu önemli uyarıyı yapmaktadır:
“Modern Batı kent modelinin esas alındığı inşaat faaliyetleri ve kentsel dönüşüm projelerinde ortaya çıkan yerleşim düzenleri birbirinin tıpatıp aynısıdır. Dünyanın her yerinde ikiz şehirler ortaya çıkmaya başladı. Bir yanda her medeniyet ve kültür havzasının biri diğerine benzemeyen kadim şehirleri -ki bunlar giderek metruk ve mahcur hale geliyorlar- diğer yandan yanaşık düzenden ve dikey yapılaşma esasına dayanan modern Batı kent modelleri.” (“Kendimiz değişebilir miyiz?”, Zaman gazetesi: 24-01-2011)
Bu tek tipleşme kuşkusuz seküler Batı’nın en büyük kazanımıdır. Belki de büyük savaşlarla elde edilemeyen küresel fetih kültür aşılamasıyla elde edilmektedir. “Dünyayla bütünleşmek” yahut “dünya vatandaşı olmak” diye sloganlaştırılan şey, Batı medeniyet kodlarına teslimiyetten başka bir anlama gelmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi